17 Ağustos depreminden sonra Türk medyası her gün yeni bir ihmali haber konusu yaparken; İngiliz ve Fransız gazeteleri, depreme ilişkin haberlerinde farklı bir konunun altını çiziyordu: “Türkler yine atalarını (özellikle Mimar Sinan kastediliyor) dinlemedi. Atalarına uymamalarının cezasını çekiyorlar. Binlerce ölü...”
Yabancılar, Mimar Sinan’ın yapılarında depremi çözen sırları bildikleri için böylesine bir başlık kullanmayı tercih etmişlerdi. Şüphesiz Osmanlı’nın sel konusundaki ihtarlarını da bilselerdi İstanbul’da yaşanan felaket için de “Türkler yine atalarını dinlemedi” başlığını atacaklardı. Çünkü İstanbul’un geleceği, geçmişiyle birlikte bir bütünlük arz ediyor. Bu sebeple fetihten sonra sürekli göç alıp büyüyen şehrin aksayan bütün yönleri o tarihlerden itibaren masaya yatırılmış.
Mesela, Kanuni Sultan Süleyman, uzmanlardan su probleminin yaşanacağına dair bilgiler aldıktan sonra bir süreliğine Anadolu’dan İstanbul’a göçü yasaklamıştı. En azından meslek erbabı olmayanların Payitaht’a gelip yerleşmesine ara verilmişti. Aynı şekilde İstanbul’da yeni yerleşim yerlerinin nereler olması gerektiğine ve dere yataklarına ev yapılmamasına dair de sayısız belge bulunuyor Osmanlı arşivlerinde.
İstanbul’da yaşanan sel felaketinin ardından bu belgelerin ve uyarıların ne kadar önemli olduğu bir kez daha gün yüzüne çıkıyor. Osmanlı döneminde aşırı yağışlardan dolayı meydana gelen tahribata karşı neler yapılması gerektiği ve hangi bölgelerde felaketlerin yaşanacağı bir bir sıralanmış. Bir nevi İstanbul’un sel raporu çıkarılmış. Buna göre, bugün sıkıntı yaşanan yerler o dönemde de sorun teşkil etmiş ve buralarda bina inşa edilmemesi konusunda uyarılar yapılmış. Hatta birtakım tedbirler (dere yataklarının yönlerinin değiştirilmesi, suyu denize akıtacak kanallarının açılması, yer altında oluşturulan kanalların saçaklar şeklinde dağıtılarak suyun Marmara Denizi’ne akmasının sağlanması gibi) alındığı için mal kayıpları olduğu hâlde yüksek sayıda can kayıplarına pek rastlanmıyor.
Tespit edilebilen arşiv belgelerine göre İstanbul, 19. yüzyılın sonlarında büyük sel felaketleri yaşamış. Tıpkı geçen haftaki gibi... 27 Şubat 1889 tarihinde tutulan polis kayıtlarına göre (o dönem hasar tespitlerini polis teşkilatı yapıyordu), sel Kâğıthane Deresi’ni vuruyor. Silahtarağa bölgesi etkileniyor ve Fil Köprüsü selden büyük zarar görüyor. Can kaybı olmuyor; ancak evler ve devlete ait fabrika sular altında kalıyor. 2 yıl sonra, 30 Ağustos 1891’de yaşanan sel felaketi ise İstanbul’un neredeyse tamamını etkiliyor. Bir ikindi vakti aniden bastıran yağmur, İstanbul’da hayatı felç ediyor. Gündüz olması ve dere yataklarında meskenlerin bulunmaması sayesinde can kaybı meydana gelmiyor. Fakat çok sayıda hayvan telef olurken, yollar, köprüler, okullar, bazı kamu binaları ve evler büyük zarar görüyor.
Arşivlerden, aynı zamanda İstanbul’da aşırı yağmurlardan dolayı zarar görebilecek yerlere dair bilgiler de ortaya çıkıyor. Yıllardan beri her yağmurda sıkıntı yaşanan Alibeyköy, o tarihlerde de yağışlardan etkilenen bir yer olarak mimlenmiş. Kâğıthane civarı da aynı şekilde. Hatta buralarda bina inşa edilmemesi için ciddi uyarların yapıldığı da çeşitli belge ve kaynaklarda geçiyor. Osmanlı’nın değişik dönemlerinde yağışlardan dolayı risk taşıyan bölgeler sıralanmış ve buraların bahçelik olarak kullanılmasına izin verilmiş. Ancak imparatorluğun son dönemlerinde şehir, tabir yerindeyse kontrolden çıkmış ve çarpık yapılaşma baş göstermiş.
Osmanlı döneminde İstanbul’un yağışlardan dolayı riskli bölgeleri şöyle sıralanmış: Kâğıthane (Kâğıthane Deresi civarı), Silahtarağa bölgesi, Gülhane (Yenibahçe), Çobançeşme, Ayamama Deresi bölgesi, Laleli’nin denize bakan tarafı, Kazlıçeşme, Alibeyköy, Kadırga, Edirnekapı civarı, Fatih’in Karagümrük tarafı, Sultanahmet’in bazı bölgeleri, Balat, Fener, Bayrampaşa, Sulukule bölgesi, Yenikapı İskelesi tarafı, Beylerbeyi, Kuzguncuk, Çengelköy Bekar Deresi bölgesi, Langa, Bostancı civarı...
Aslında bir uyarı niteliği taşıyan sel raporları, günümüze ışık tutuyor. Mesela, Alibeyköy her yağmurda sıkıntı oluşturan yerlerin başında geliyordu. Ayamama Deresi’nin sıkıntı oluşturduğunu da neredeyse daha yeni öğrendik. Anadolu yakasında Çengelköy Bekâr Deresi hattı hâlâ problem çıkarıyor.
Osmanlı Arşivleri uzmanlarından Cevat Ekici, “Osmanlı döneminde sıkıntı oluşturan bölgeler günümüzde de tehlike arz etmeye devam ediyor.” diyerek durumu şöyle özetliyor: “Aslında geçmişe bakarsak, geleceği ona göre dizayn edebiliriz. Sel felaketlerine dair ciddi bir arşiv çalışmasını kimse yapmamıştı. Deprem olduktan sonra insanlar, araştırmacılar deprem konusunda çalışmalar yapmaya başladı. Osmanlı her şeyin kaydını tutmuş. Öneriler, tedbirler, felaketler ibret olsun diye bir yere yazılmış, raporlaştırılmış. Bunlardan faydalanmamız lazım.”
HAŞİM SÖYLEMEZ