Üsküdar Adalet Tarihi Müzesi (Fatih'in Mahkemesi)
Bir Padişah, bir kadı ve bir mimarın buluştuğu öykü...
Fatih Sultan Mehmet'in 1453 yılında İstanbul'u fethetmesiyle, orta çağ kapanıp yeni çağ açılmıştı. Çağı değiştiren sultan, bir hayli harap durumda bulunan Constantionopolis'ten yaratacağı İstanbul için çalışmaya başladı.
En yakınında Rum mimarı Khristodoulos vardı. Sultanla mimar iyi anlaşıyorlardı. Hatta Fatih, mimarının bir ricasını kırmamış, Balat'ta bulunan Moğolların Meryemi Kilisesi'nin, var olduğu sürece kilise olarak kalması yolunda sonradan gelen padişahların da uyacakları bir ferman yayınlamıştı. Şehri bayındır bir hale getirmek için de kolları sıvamış, Trabzon ve Sinop dolaylarından 5.000 taş işçisini aileleriyle birlikte İstanbul'a getirtip iskan ettirmişti.
İstanbul'un ilk kadısı Hızır Bey...
Fatih, şehrin sadece imarı ile uğraşmadı. İlk İstanbul kadısının da atanmasını sağladı. Bursa Müderrisi Hızır Bey, şehrin ilk kadısı olarak atandı. Geçimlik olarak kendisine Kadıköy bölgesi verilmişti, zaten bölgenin isim hikayelerinden bir tanesi de buradan gelmektedir.
Padişahı, mimarının elini kestirmeye götüren olay
Fatih Sultan Mehmet, fethin üzerinden yaklaşık on sene geçtikten sonra, mimarını çağırtıp, şanına yaraşır bir cami yapmasını emretti. Malzemeyi teslim edip yer gösterdi. Bizans'ın en önemli kiliselerinden olan ama o sırada harap bir halde bulunan Havariun'un bulunduğu yerde, Ayasofya'dan daha görkemli bir cami istiyordu. Khristodoulos çalışmaya başladı, camiyi bitirip, açılış için padişahını davet etti.
Fatih, büyük bir heyecanla geldi ama neye uğradığını şaşırdı. Fatih Camisi, Ayasofya'dan daha küçük olarak inşa edilmişti. Mimar, Ayasofya'nın kubbesinden daha büyük bir kubbenin inşası için kendisine teslim edilen yüksek mermer sütunları keserek kısaltmış, küçük kubbeli bir cami inşa etmişti ve bütün bunlar padişahın bilgisi dışında yapılmıştı. Sultan çılgına döndü. Öyle sinirlendi ki, sütunları kestiren sevgili mimarının elinin kesilmesini emretti. Padişahın emri bir çırpıda yerine getirildi. Rum mimar, art niyetli olmadığını, daha büyük kubbeli bir yapının, İstanbul depremlerine dayanamayacağını söylüyordu ama, padişah bunun aksini düşünüyordu. Ona göre mimar kötü niyetli davranmış ve Ayasofya'nın erişilmezliğine gölge düşürmek istememişti.
Etrafındakiler, mahkemeye müraacat etmesi ve kendisini savunması yolunda Khristodoulos'un aklını çeldiler. Mimarda İstanbul'un bu ilk kadısına müraacat edip hakkını aramaya koyuldu. Ve olan oldu, Fatih Sultan Mehmet'in atadığı, adaletin temsilcisi, Kadı Hızır Bey, çağ değiştiren hatta "Rum Kayzeri" ünvanını da alan sultanı savunmasını yapmak üzere mahkemeye çağırdı.
Üsküdar'da bir sokağın içindeki tarihi mahkeme binası...
Üsküdar Belediyesi geçtiğimiz günlerde düzenlediği bir sempozyumda, yeni açılacak bir müzenin müjdesini verdi. Üsküdar Adalet Tarihi Müzesi açılacak ve yaklaşık 500 sene önce yaşanmış bir olay, ses ve ışık efektleriyle burada yeniden canlandırılacaktı. Üsküdar Meydanından Ahmediye'ye doğru yüründüğünde sağdan üçüncü sokağın içindeki kırmız taş binada yapılacaktı müze. Şimdi daracık bir sokağın içine sıkıştırılmış bulunan bu taş bina işte o zaman Hızır Beyin kendisini savunması için devrin padişahını davet ettiği mahkeme salonunun bulunduğu binaydı.
Bir şikayet vardı. Şikayet edilen padişah da olsa, adaletin kılıcı keskindi ve haklıdan yanaydı. O zaman kim haklı kim haksız ortaya konmalıydı. Padişah bu emre itaat etti. Gittiğinizde göreceğiniz merdivenler yenilenmiş olsalar da salon aynen duruyor. Bu salona girmek için merdivenlerden ağır ağır çıktı, kadının karşısına geçip mimara karşı savunmasını yaptı. Suçlu bulundu. Mimarı, muhakeme etmeden elini kestirmişti. Mimar gördükleri karşısında büyük bir şaşkınlık geçiriyor, bir türlü inanamıyordu yaşadıklarına. Çünkü Hızır bey, Fatih Sultan Mehmet'in de suçlu bulunduğu için aynı cezayla cezalandırılmasına karar vermişti. Elleri kesilecekti. Rum mimar, kadının eline ayağına sarıldı. Davadan vazgeçtiğini, Osmanlı'nın Adaleti karşısında ne diyeceğini bilemediğini söyledi. Davacı, davadan vazgeçince karar değişti, padişah yüklü bir tazminata mahküm edildi ve bu mahkemede yaşananların hepsi tarihin muhteşem sayfasındaki yerini aldı.
Mahkeme Binası, Rum Mimar ve Fatih Camisinin sonları...
Mahkeme Binası, 1941 yılında İsmail Hakkı Konyalı tarafından incelenip rapor edilmiş. Bu tarihte te bir Avukatın mülküymüş ve iş yeri olarak kullanılıyormuş. Konyalı, binanın asaletinden etkilendiğini yazıyor raporunda. Duruşma salonunun demir kapısının ve pencere sövelerinin mermerden olduğunu buraya 25 basamaklı bir merdivenle çıkıldığını, merdivenin sağında ve solunda bulunan tonoz örtülü odaların mahkeme zamanında muhtemelen hapishane olarak kullanıldığını ve binada herhangi bir kitabe bulunmadığını yazıyor. Bina günümüze o kadar güzel korunarak gelmiş ki gördüğünüzde çok mutlu olacaksınız. Şimdi bu sahne canlandırılacak, diğer odalarda da adaletle ilgili objeler sergilenecek. Müzenin açılışı önümüzdeki günlerde yapılacak. (Müze şuan açık)
Rum Mimar Khristodoulos, Osmanlı İmparatorluğu'nun adaleti karşısında ne diyeceğini bilemedi. Saygı duydu ve müslümanlığı seçip Atik Sinan Paşa adını aldı.
Mimarın yaptığı meşhur Fatih Camisi, 1766 yılı depreminde yıkıldı. Yerine bu günkü Fatih Külliyesi inşa edildi.
Kadı Hızır Bey, aradan 500 sene geçtikten sonra bile Kadıköy'de yapılan bir caddeye yine isim babası oldu. Fikirtepe'de ki Hızırbey Caddesi'yle bu muhteşem öykü dışında da adı geçiyor.
Görüldüğü gibi, adaletli olmak toplumları çağdaş kılıyor. Aradan geçen altı yüz sene bana göre adalet kavramını biraz geriye düşürmüş. Günümüzde, erk sahipleri dokunulmazlık zırhı içine bürünüyorlar, bize ise böyle eski öyküleri imrenerek okumak düşüyor. Bir müzeden çıkan bu etkileyici hikaye, ihtiyaç duyduğumuz en önemli şeye, adalet duygusuna çok güzel bir örnek bence.
Bilsen GÜRER