Beylerbeyi simit sarayı
Boğaz'ın en görkemli, eserlerinden Beylerbeyi Sarayı yürek sızlatıyor. Saray bahçesinde çay-simit satan kafenin plastik masa ve sandalyeleri mekânın ihtişamına hiç yakışmıyor.
Boğaz'ın önemli eserleri arasında yer alan Beylerbeyi Sarayı adeta kaderine terk edilmiş. Sarayın içi mobilya dükkanını andırırken, sarayın bahçesinde çay-simit vs satılan kafeteryada plastik muşambalı sandalyeler ve plaj şemsiyelerinin yakışıksız hali sarayın ihtişamını ayaklar altına almış görünüyor. Gerek mimari gerek dekoratif açıdan büyük öneme sahip Beyberbeyi Sarayı'nın son hali görenlerin yüreğini burkuyor.
İmparatorluklara başkentlik yapan, dünyanın en stratejik kentlerinden olan İstanbul, günümüzde, içinde barındırdığı tarihi değerleriyle yerli ve yabancı tarih meraklılarının ilgisini çekiyor. Özellikle Boğaz kıyısındaki Topkapı Sarayı, Ayasofya, Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Küçüksu Kasrı ve Ortaköy Camii gibi rönesans döneminin sanatsal izlerini taşıyan eserler, kentin mimari dokusunu oluşturuyor.
Dışarından bakıldığında göz kamaştıran bu yapılar İstanbul'u İstanbul yapan eserlerdir. Peki ya, tarihten günümüze gelen bu değerleri ne kadar koruyoruz, ya da mimari dokusuna uygun dekorasyonda kullanıyor muyuz? Gazete Habertürk yazarı Rahşan Gülşan'ın kaleme aldığı kentlerin değişimi konulu bir yazının ardından bir okurumuz mimari açıdan değer taşıyan Beylerbeyi Sarayı'nın mobilya dükkanını andıran fotoğraflarını göndermişti. Rahşan Gülşan'ın kaleme aldığı bu sorun, kentsel değerlerin ne derece sorumsuzca kullanıldığının işaretiydi.
SARAYIN BAHÇESİNDE ÇAY KEYFİ
Bize gelen fotoğraflarda da gördüğümüz durum hiç yakışık değildi. 1800'lü yıllarda yaptırılan, çeşitli Batı ve Doğu üsluplarıyla kaynaştırılan iç mimarisiyle öne çıkan Beylerbeyi Sarayı'nın bahçesinde, plastik muşamba ile sarılı sandalyeler, üzeri bezle örtülü mangal sofrasını andıran masalar ve plaj havası veren şemsiyelerle sarayın o ihtişamını alt seviyelere düşürmüştü. Sarayın içi elbette böyle yakışıksız görüntülerle dolu değildi! Ancak dış bahçesi çay keyfi yapılmak üzere yeniden dizayn edilmiş (!) bir izlenim veriyordu. Sarayın iç yapısına baktığımızda gördüğümüz: Köşe odalarındaki geleneksel Türk evi planları, orjinalleri Mısır'dan getirtilen hasırlar, Hereke yapımı büyük boyutlu halı ve kilimleri, Bohemya kristal avizeleri, Fransız saatleri, Çin, Japon, Fransız Yıldız vazoları gibi birbirinden değerli eserler sarayın dekoratif açıdan zenginleştiriyor. Ancak dış bahçesi tarihi eserlere duyarsız kalan, ya da bu değeri keyfine göre kullanma hakkını kendinde görenler yüzünden fakir bir hale düşüyor.
KÜÇÜKSU MOBİLYACI GİBİ
Bir de duyarlı davranarak konuyu dikkate alan okurumuzdan dinleyelim: Beylerbeyi Sarayı'nın kafeteryası plastik sandalyelere boğulmakla kalmamış. Semt pazarlarında görebileceğiniz muşamba örtülü masalarla ''sıra dışı'' olarak dahi yorumlanamayacak berbat bir hale gelmiş. Sarayın bahçesindeki gecekondumsu görüntü ve plastik sandalyelerden bahsetmek bile istemiyorum. Ayrıca aynı gün hem Beylerbeyi Sarayı'na hem de Küçüksu Kasrı'na gittim. Bizim için büyük önemi olan her 2 tarihi mekanda adeta mobilyacı dükkanını andırıyordu. Sadece mobilya yığınlarının olduğu mekanların geçmişinde dekorasyonun parçası olan hiçbir tarihi aksesuvara yer verilmemiş miydi? Osmanlı döneminde acaba hiç mi aksesuvar yoktu, sultanlar sadece mobilyalardan ibaret mekanları mı tercih ediyordu? Bence Fransa'nın İspanya'nın meydanlarını bire bir kopyalamaya çalışıp, özgün olanı yapmaktan kaçınmak yerine illa da bir şey örnek almak istiyorsak, her 2 ülkenin de tarihi eserlerine nasıl sahip çıktıklarını örnek alalım. Bu ülkelerde gezdiğiniz saraylar, tarihi eserler ah keşke buralarda yaşayabilme şansım olsaydı hissi yaratırken bizimkiler ne yazık ki üzüntünün yarattığı baş ağrısıyla hemen bir kaçsam da bu çirkinliği görmesem duygusu yaşatıyor. Beyberbeyi Sarayı'nın son hali bu... Manzara tarihi eserlere verilen değer açısından vahim. Gecekondu bahçesini dekore eder mantığıyla şemsiye, sandalye vs serpiştirilen sarayın kafeteryasından yaşanan bu görüntüler bir an önce kaldırılmalı ve sarayın ihtişamına yakışır bir dekorasyona yapılmalı...
Ahşap sarayın yerine yapılan ''Beylerbeyi''
Beylerbeyi ve çevresinin yerleşim alanı olarak kullanılması tarihte oldukça gerilere, Bizans dönemine kadar gider. 18. yüzyılda yaşamış olan ünlü gezgin İnciciyan'a göre, Büyük Kontstantinus'un diktirdiği bir haçtan dolayı Bizans döneminde ''İstavroz Bahçeleri'' adıyla anılan yöre, Osmanlılar döneminde Padişahların Has Bahçeleri'nden biri olarak kullanılmıştır. Yine İnciciyan'a göre buraya ''Beylerbeyi'' adının verilişi, 16. yüzyılda Beylerbeyi Mehmed Paşa'nın burada bulunan köşkünden kaynaklanır. Bugünkü Beylerbeyi Sarayı, Sultan Abdülaziz tarafından II. Mahmud'un ahşap Sahil Sarayı yıktırılarak 1861-1865 yılları arasında, dönemin tanınmış mimarı Serkis Balyan'a yaptırılmıştır. SARAY genellikle yaz aylarında, özellikle de yabancı devlet başkalarının ağırlanmasında kullanılmıştır. Sırp Prensi, Karadağ Kralı, İran Şahı, Fransız İmparatoriçesi Eugenie bunlardan bazılarıdır. Sultan II. Abdülhamid de 1918 yılında, ömrünün son altı yılını geçirdiği bu sarayda ölmüştür. Onarımlarla birlikte Beylerbeyi Sarayı, döneminin özgün bir yazlık sarayı olarak ''Boğaziçi Kültürü'' içinde yerini almış durumdadır. Bahçelerinde ve tarihsel Tünel içinde oluşturulan kafeterya ve satış reyonlarıyla müze-saray olarak konuklara çağdaş düzeyde hizmetler sunulmakta, bu reyonlarda Kültür-Tanıtım Merkezi'nce hazırlanan tanıtıcı nitelikte kitap, kartpostal ve poster gibi yayınların yanı sıra çeşitli türde hediyelik eşya satışı yapılmaktadır.
Gazete Haber Türk