İstanbul'un taşı toprağı altın mı tartışılır. Ancak Anadolu yakasında, Boğaziçi Köprüsü'nün ayağının hemen altında yer alan Beylerbeyi'nin taşının toprağının tarih koktuğu kesin.
Beylerbeyi, tarihi Bizans dönemine kadar uzanan ender Boğaziçi semtlerinden biri. Anadolu yakasında, Kuzguncuk ile Çengelköy arasında yer alan semt, tarihi boyunca Boğaz'ın en eski ve en fazla rağbet gören yerlerinden biri olmutur. Günümüzde ise Boğaziçi Köprüsü'nün ayakları altında kaldığı için fazla dikkat çekmeyebilir. Ancak, güzelliğini hâlâ koruyan bu semt, İstanbullu olduğunu iddia eden herkes tarafından gözden kaçırılmaması gereken doğal ve tarihi bir değere sahiptir.
Bir iddiaya göre, Beylerbeyi Sarayı'ndan iskeleye kadar uzanan bahçe içindeki büyük kilisenin üzerine konulmuş, büyük bir haçtan dolayı, buraya önce İstavroz (Stauros) adı verilmişti. Kimi tarihçilere göre ise, Stauros, Beylerbeyi'nin yanı başındaki küçük bir köydü. Beylerbeyi'nin adı ise, damı altın yaldızlı tuğ lalardan örülmüş olan Meryem Ana Kilisesi nedeniyle Chrysokeramos (Altın Tuğla) idi.
Semt günümüzdeki adını bir ''beylerbeyi''nden, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Padişah 3. Murad zamanında saraya yakınlığı ile tanınan, Maraş doğumlu Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa'dan almıştır.
Beylerbeyi'nde Bizans ile başlayan yapılaşma Osmanlı devrinde de devam etmiştir. Beylerbeyi, semte yerleşmelerin arttığı 17. yüzyıldan itibaren, saray ve çevresinin yoğun ilgi gösterdiği bir ''kibarlar'' semti halini almıştır. Sultan 4. Murad'ın İstavroz Bahçesi'ndeki saraylardan birinde doğduğu ve padişah olduktan sonra da sık sık buraya gelip kaldığı bilinmektedir. Boğ az'ın Anadolu yakasının siluetine renk katan çift minareli Hamid-i Evvel Camii (Beylerbeyi Camii), Sultan 1. Abdülhamid tarafından, annesi Şermi Rabia Sultan'ın ölümü üzerine, anne sultanın ruhunu şad etmek için yaptırılmıştır (1778).
Günümüzde bahçesi ilk inşa edildiği yıllara göre epeyce küçülmüş, ancak ihtişamından yine de bir şey kaybetmemiş olan Beylerbeyi Sarayı ise, Sultan Abdülaziz döneminin bir eseridir (1865). Beylerbeyi Sarayı, Osmanlı'nın görkemini yansıtan bir baş yapıt nitelğini taşır. Sarayı ziyaret eden Fransız imparatoriçesi Eugenie'nin, sarayın pencerelerinin aynılarını Fransa'da inşa ettirdiği Tuilleries Sarayı 'na yaptırdığı bilinmektedir. Tamamen mermer ve Bakırköy taşları ndan inşa edilen saray, devrin ünlü gayrı müslim mimarları Agop ve Sarkis Balyan'ın eseridir. Sultan 2. Abdülhamid'in de tahttan indirildikten sonra ömrünün son yıllarını bu sarayda geçirdiği ve burada öldüğü bilinmektedir. Yine, 1. Abdülhamid'in annesi adına yaptırdığı hamam, 2. Mahmud'un hayır için yaptırdığı İskele Meydan Çeşmesi ve meşhur İskele Kahvesi de semtin diğer tarihi değerleri arasındadır.
Beylerbeyi, bugün ahşap evleri, restore edilen yalıları, camisi, caminin arkasında yükselen korusu ve Beylerbeyi Sarayı ile geçmişteki görkemin izlerini hâlâ taşımaktadır. Ayrıca Beylerbeyi'ni İstanbul'un kendi halinde, tarihi ve kültürel dokusu kısmen korunarak kalmış gizli köylerinden biri olarak da tanımlamak mümkün.
Keyifli bir molaya ne dersiniz?
Diyelim ki, siz de İstanbul'un bu gizli kalmış köyünü keşfe çıktınız. Semtin tarihi mekanlarını ziyaret ettiniz ve uzun uzun yürüdünüz. Tabii ki doğal olarak da acıktınız ve yoruldunuz... ''Gezime ekonomik bir şekilde devam etmek istiyorum'' diyorsanız sahilde yer alan balıkçı teknelerinden balık ekmek yiyebilir ya da balık restoranlarından birinde kallavi bir sofrada uzun uzun balık keyfi yapabilirsiniz. Dilerseniz yorgunluğunuzu yine sahilde yer alan çay bahçelerinden birinde köpüklü bir kahve içerek de atabilirsiniz.
Ancak Pazar günleri burasının, sahil kenarında kahvaltı yapmak isteyenler ile dolup taştığını söylemek isterim. Eğer sakin bir Pazar günü istiyorsanız, Beylerbeyi gezinizi başka bir güne ertelemenizi şiddetle öneririz.
Üsküdar 34