Sultan Vahdettin'in şehzâdelik döneminin geçtiği bu köşk, son pâdişâhın acı-tatlı tüm hâtırâlarını içinde saklıyor. Devlet Konukevi olması düşünülen köşk, şimdilerde Çengelköy'ün en hâkim tepesinde ıssız-sessiz ve yapayalnız boğazı seyrediyor.
Çengelköy tepelerinden boğazı mağrûrâne seyreden, soğan başlı rasat kulesiyle dikkat çeken ahşap, sarı renkli bir köşk var. Boğazın her tarafını gören ve boğazda her taraftan görünen bu köşk, Sultan Vahdettin Köşkü'dür. Aslında bu tepede 4 köşk mevcut: 1- Sultan Vahdettin'in pâdişah olana kadar kaldığı Vahdettin Köşkü. 2- Önünde, kendisi kadar büyük bir havuzu bulunan Köçeoğlu Köşkü. 3- Biraz geri tarafta Ağalar Köşkü. 4- Sultan Vahdettin'in üvey annesi Şâyeste Kadınefendi için yaptırdığı Kadınefendi Köşkü. Köşkler, Orhan Veli'nin 'İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı' adlı şiirini yazdığı 60 dönümlük koru içinde yer alıyor.
Kendi ismiyle anılan ve soğanbaşlı kulesi olan sarı köşkü, Yıldız Sarayı'nda ağabeyi Sultan 2. Abdülhamid'i ziyâreti esnâsında Rus Çarı'nın gönderdiği bir hediyenin üzerindeki köşk resminden esinlenerek yaptırmıştı. Köşkün iç taksîmâtını bizzat kendisi hazırlamış, planı ise Mîmar Vallaury'e çizdirmişti. Kendisi için bu sarı köşkü yaptırırken ikinci annesi sayılan Şâyeste Kadınefendi için de aynı yere 2 katlı beyaz bir köşk yaptırdı. Zîrâ çocuk yaşta annesini kaybeden Vahdettin'i, Şâyeste Kadınefendi büyütmüştü. Bu köşkün planını da Sultan Vahdettin bizzat kendisi çizmiş, inşaatı Süleyman isminde bir ustaya yaptırmıştı.
KÖŞKLERİN ŞİMDİKİ DURUMU
Kırım Harbi esnâsında İtalyan askerlerinin hastanesi olarak kullanılan Köçeoğlu Köşkü, Cumhûriyet döneminde Ağalar Köşkü'yle birlikte yıktırılıp yeniden yapıldı. Bu alandaki 4 köşkün en büyüğü ve en güzeli olan Sultan Vahdettin Köşkü ise bir yangında harâbeye döndüğünden cumhurbaşkanlığı konuk evi olmak üzere yeniden yapıldı. Kâgir bodrum katı üzerine 2 katlı köşk hâlen metrûk bir vaziyette kurtarılacağı günü bekliyor Çengelköy tepelerinde.
Sultan Vahdettin Köşkü, hânedân 1924'te sürgüne gönderilse de 70'li yıllara kadar Osmanoğullarının mülküydü. Zîrâ Sultan Vahdettin'in çocukları ve torunları vatanlarından kovulduklarında bu köşkü, kalfalardan birinin üzerine kaydettirerek, haksız yere müsâdere edilmesini engellemişlerdi. Sultan Vahdettin'in Sanremo'da vefâtıyla Türkiye'ye dönen bendegân, bu köşkte kalmaya devâm ettiler. 1952 yılında çıkan umûmî afla İstanbul'a dönen Sultan Vahdettin âilesi, köşkleri geri alarak aralarında paylaştılar. Tüm arâzi ve köşkler hisselendirilirken, köşkü yıllarca muhâfaza eden kalfalar da unutulmadı. Sonraki yıllarda parçalar hâlinde satışa çıkarılan arâzi çok defâ el değiştirdi. 1980 ihtilâlinde cumhurbaşkanlığı köşkü olması için restore edilen köşk, 1990'larda Diyânet Vakfı tarafından satın alındı. Lâkin askeriyenin istimlâk ettiği köşkler, arâzisiyle birlikte 1997'de satılığa çıkarıldıysa da istenilen tâlibi çıkmadı.
KÖŞKTEN AYRILMAYI İSTEMEMİŞTİ
Sultan Vahdettin'in şehzâdelik dönemi bu köşkte geçmişti. Başlangıçta kışları feriye saraylarında, yazları Çengelköy Köşkü'nde kalan Sultan Vahdettin, zamanla tamâmen buraya taşınmış, merâsimler ve resmî vazîfeler dışında veliahtlık döneminde dahi köşkten ayrılmamıştı. İçine kapanık pâdişah, bir nevî münzevî bir hayat yaşıyordu bu köşkte.
24 yaşındayken 19 yaşındaki Emine Nâzikedâ Hanımla evlenince önce feriye saraylarından birine yerleşmişler, fakat bir gece yarısı çıkan korkunç bir yangın tüm sarayı küle çevirince Şehzâde Vahdettin canını ve canı gibi sevdiği ata yâdigârı, dedesi Sultan 2. Mahmut'tan kalma yazı takımını kurtarabilmişti ancak. Hanımını ve yazı takımını alarak Çengelköy'ün yolunu tutan Şehzâde Vahdettin Efendi, pâdişah oluncaya kadar bir daha da dönmedi saraylara. Artık yeni mekânı Çengelköy idi. Planını Mîmar Vallaury'e çizdirdiği fakat parasızlık yüzünden inşaatını bir türlü tamamlatamadığı Çengelköy Köşkü'ne yerleşti. Tüm çocukları bu köşkte dünyaya gözlerini açtılar.
Şehzâde Vahdettin, Veliaht Yusuf İzzettin Efendi'nin vefâtıyla veliaht, Sultan Reşat'ın vefâtıyla da pâdişah oldu. Bu sırada 57 yaşındaydı. Artık köşke vedâ etme vakti gelmişti. Sabiha Sultan, babasının pâdişah olduğu gün köşkten ayrılmalarını şöyle anlatır: ''...Annem de hemşirem de ben de üçümüz de Dolmabahçe'ye giderken gözyaşlarımızı tutamayacak kadar müteessirdik.''
''Millete hizmeti istemeseydim köşkümden dışarı çıkmazdım''
4 Temmuz 1918. Aylardan Ramazan. Saat 10 u gösterirken yeni pâdişahı taşıyan istimbot Sarayburnu İskelesi'ne yanaştı. Mâbeyn erkânı, nâzırlar heyeti ve Enderun vazîfelileri Topkapı Sarayı'nın bahçesinde el pençe dîvân bekliyordu. Vahdettin Han Enver Paşa ile birlikte iskeleden saraya kadar saltanat arabasıyla geldi ve saraya girince direkt olarak Bağdat Köşkü'ne gitti. Tam köşkün kapısından girerken dizlerindeki romatizması azınca abanoz bastonunu istedi. ''Bastonunuz Çengelköy'deki köşkte kalmış efendimiz'' cevâbını alınca da yüzünü ekşiterek şu sözler döküldü dudaklarından: ''Bu bir felâket''. Pâdişah olarak geldiği Topkapı Sarayı'nda söylediği ilk söz bu olmuştu. Ve bundan sonra felâketler sâdece saltanatı değil, hayâtı boyunca birbirini tâkip edip durdu.
Pâdişah olduktan sonra Yıldız ve Dolmabahçe Sarayı'nda da, vatanı terk edip Sanremo'da yaşamak zorunda kaldığı günlerde de, Çengelköy'deki köşkü hiç unutamadı Sultan Vahdettin. Hattâ bir ara Dolmabahçe'de iken pencereden boğaza bakarak şu sözleri söylemişti teessürle: ''Ben devlet ve memleketime hizmet etmek ümîdinde bulunmasaydım, Çengelköy'de rahat rahat otururken bu görevi kabul etmezdim. Bu yaştan sonra mezarıma ''pâdişah'' diye yazdırmak niyetinde değilim.'' Nihâyet Sultan Vahdettin'in 17 Mayıs 1922 sabahı Dolmabahçe Sarayı'nın rıhtımına yanaşan Malaya zırhlısına binip vatanı terk ederken elinde, bir zamanlar Çonunu istedi. ''Bastonunuz Çengelköy'deki köşkte kalmış efendimiz'' cevâbını alınca da yüzünü ekşiterek şu sözler döküldü dudaklarından: ''Bu bir felâket''. Pâdişah olarak geldiği Topkapı Sarayı'nda söylediği ilk söz bu olmuştu. Ve bundan sonra felâketler sâdece saltanatı değil, hayâtı boyunca birbirini tâkip edip durdu.
Pâdişah olduktan sonra Yıldız ve Dolmabahçe Sarayı'nda da, vatanı terk edip Sanremo'da yaşamak zorunda kaldığı günlerde de, Çengelköy'deki köşkü hiç unutamadı Sultan Vahdettin. Hattâ bir ara Dolmabahçe'de iken pencereden boğaza bakarak şu sözleri söylemişti teessürle: ''Ben devlet ve memleketime hizmet etmek ümîdinde bulunmasaydım, Çengelköy'de rahat rahat otururken bu görevi kabul etmezdim. Bu yaştan sonra mezarıma ''pâdişah'' diye yazdırmak niyetinde değilim.''
Vak'ay-ı Laklakiye Vakfı
1891 yılında Sultan 2. Abdülhamid'in devr-i saltanâtında, ılıman yerlere göçemiyen leylekler için bir vakıf kurulmuştu: Vaka?i Laklakiye Vakfı. İzmir'in Ödemiş ilçesinden Hacı İbrahim Ağa tarafından 100 kuruş karşılığında kurulan 'Vaka?i Laklakiye' Vakfı, kışın ortasında mahsur kalmış leyleklere sahip çıkıyor, onların her türlü ihtiyacını karşılıyordu. Sultan Hamid zamânında kurulan bu vakfın hizmetleri, mütevelli heyet başkanlığının babadan oğula geçmesi suretiyle bugünlere kadar sürdü. Son başkan Ali Ulvi Bayram, 2000 yılında, rahatsızlığı sebebiyle görevden ayrılınca İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü bu vazifeyi devraldı. Osmanlıda medeniyet, hayvanlar için dahi vakıflar kuracak boyutta zirvedeydi.
Yenisafak.com.tr