Bazı şehirler tarih boyunca üzerinde barındırdıkları medeniyetler ile anılagelmiştir. Bu yönüyle şehirlerin kaderi, medeniyetlerin kaderi ile benzerlik taşır. Canlı bir varlık gibi hayatını devam ettiren şehirler bu halleriyle coğrafi bir yer teşkil etmenin ötesinde bir önem taşırlar.
İşte bu niteliğe sahip olan İstanbul, üç imparatorluğa başkentlik yapmış ve birçok tarihi olayın merkezinde yer almış özel bir şehirdir. İstanbul iki kıtayı ve iki denizi birbiriyle bağlayan stratejik konumu itibariyle de önemli bir merkez olduğundan tarihte pek çok devlet onu topraklarına katmak istemiştir. Napolyon bu hakikati: ''Dünya tek hükümet olsa, merkezi İstanbul olmalıdır.'' Baron de Tott, ise: ''Eğer kâinata hükmetmek arzusuyla Dünya haritasına bakılsaydı, Dünya'nın başkenti olarak en müsait mevki şüphesiz İstanbul tercih edilirdi.'' diyerek ifade etmiştir.
Medeniyetlerin buluşma noktası olan ve antik çağdan itibaren tarihin her dönemimde birçok milletin ilgi odağı olan İstanbul, Osmanlı tarafından fethedilmesiyle özel bir değer kazanmış ve Osmanlıyla dolaysıyla milletimizle ''özdeş'' sayılmıştır. Asya ve Avrupa'nın kesiştiği noktada yer alması, uzun yıllar ''başkent'' vasfını taşıması onu kültürel ve sosyal bir merkez halini almasını sağlamıştır. Bu merkezde bir araya gelmiş olan tarih, coğrafya, kültürler ve milletler derin izler bırakmıştır. Yüzyıllarca pek çok düşünürün, sanat adamının ilgisini çekmiş ve şair ve yazarlara ilham kaynağı olmuştur. İstanbul bu haliyle ''herhangi bir şehir'' olarak değil ''İstanbul'' olarak sevilmiş, sevgi, aşk, mutluluk, yalnızlık, özlem ve sitem gibi duyguların eserlere yansıtılmasında en etkin şehir olmuştur.
İstanbul, günümüze kadar sayısız şair ve yazara ilham vermiştir. Nedim, İstanbul'u iki deniz arasında bir mücevher olarak görür, Tevfik Fikret onu bin kocadan arta kalan dul bir kadına benzetir. Yahya Kemal, sade bir semtini sevmenin bile bir ömre değer olduğunu söyleyerek İstanbul'un her yerinin emsalsiz değerlere sahip olduğunu ifade etmiştir. Orhan Veli için İstanbul, ülkeyi güzel günlere götürecek rüzgârların kentidir. Ziya Osman Saba, İstanbul'a verdiği değeri onu öpüp başına koyduğu ekmek kadar kutsal ve gerekli gördüğünü söyleyerek anlatmıştır.
İstanbul, yaklaşık 8000 yıl kadar geriye uzanan tarihiyle çok eski bir yerleşim yeri olup birçok kültürü üzerinde barındırmıştır. Bugünkü İstanbul'un temelleri Milattan önce 7. yüzyılda atılmıştır. Milattan sonra 4. yüzyılda İmparator Konstantin tarafından yeniden inşa edilip, başkent yapılmış; o günden sonra da yaklaşık 16. asır boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde bu başkentlik sıfatını sürdürmüştür. Aynı zamanda, İmparator Konstantin ile birlikte Hıristiyanlığın merkezlerinden biri olan İstanbul, fethinden sonra İslam dünyasının önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir.
Doğu'nun ''Efsaneler Diyarı'' olarak anılan İstanbul, kendisine ''Şirin Belde'' dedirtmenin yanında tarih boyunca birçok isim almıştır. Tarih boyunca çeşitli dillerde İstanbul'a verilen isimleri şu şekilde sıralanmaktadır: ''Latincede Makedonya, Süryanice Yankoviçe, Frenkçe Yegfuriye, Moskofça Tekfuriye, Rumca Grandoye, Macarca Vezenduvar, Lehçe Kanatorya, Çekçe Albana, İsveçce Harkliyan, Felemenkçe İstefaniye, Arapça, Kostantiniye-i Kübra, Farsça Kayser-i Zemin, Hintçe Taht-ı Rum, Moğolca Çakodurkan.'' Doğulular ve Türklere göre ise İstanbul'un tarih boyunca aldığı isimler ise şunlardır: ''Bizantiyon, Neo Roma, Konstantiniye, Dersiadet ve Biladıselase, Deraliye, Darussaltana, Darülhilafe, İslambol, İstanbul ve Asitane'dir. İstanbul fetihten sonra İslambol, Dersaadet, Deraliye, Asitane, Darülhilafe, İstanbul''.