Üsküdar 34 Haber Sitesi'nde değişik bir konu işlemek istedik... Okuyucu ve takipçilerimizden gelecek tepkilerle bu tarzda konular işleyebiliriz.
Hanefi mezhebi Irak'ta doğmuş ve Abbasiler devrinde ülkenin başlıca fıkıh mezhebi olmuştur. Mezhep özellikle doğuya doğru yayılarak Horasan ve Maveraunnehir'de en büyük gelişmesini göstermiştir. Birçok ünlü Hanefi hukukçu bu ülkelere mensuptur. Mağrib'te Hanefiler V. yüzyıla kadar Malikilerle beraber bulunuyorlardı.
Sicilya'da ise hakim durumda idiler. Abbasilerden sonra Hanefi mezhebinde bir gerileme görülmüşse de, Osmanlı devletinin kurulmasıyla yeniden gelişme olmuş; Osmanlı sınırları içinde, halkı başka bir mezhebe bağlı olan yerlere bile, İstanbul'dan Hanefi mezhebine salik hakimlerin gönderilmesi, mezhebe buralarda resmilik kazandırmıştır (Mısır ve Tunus'ta olduğu gibi).
Günümüzde Afganistan, Pakistan, Türkistan, Buhara, Semerkand gibi Orta Asya ülkelerinde hanefilik hakimdir. Bugün Türkiye ve Balkan Türkleri, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya Müslümanları genel olarak Halefidirler. Hicaz, Suriye Yemen'in, Aden bölgesindeki Müslümanların bir kısmı da Hanefidir (Ebu Zehra, Ebu Hanife, terc. O, Keskioğlu, İst. 1966, s. 473 vd.).
Şafii mezhebi özellikle Mısır'da yayılmıştır. Çünkü mezhebin imamı hayatının son dönemini orada geçirmiştir. Bu mezhep, Irak'ta da yayılmıştır. Çünkü Şafii fikirlerini yaymaya önce orada başlamıştır. Irak yoluyla Horasan ve Maveraunnehir'de de yayılma imkanı bulmuş ve bu ülkelerde fetva ile tedrisatı Hanefi mezhebi ile paylaşmıştır. Bununla birlikte bu ülkelerde Hanefi mezhebi, Abbasi yönetiminin resmi mezhebi olması nedeniyle hakim durumda idi.
Mısır'da yönetim Eyyübilerin eline geçince Şafii mezhebi daha da güçlenmiş, hem halk, hem de devlet üzerinde en büyük otoriteye sahip olmuştur. Ancak Kölemenler devrinde Sultan Zahir Baybars, kadıların dört mezhebe göre atanması gerektiği görüşünü öne sürmüş ve bu görüş uygulanmıştır. Ancak bu dönemde de Şafii mezhebi o yörede diğer mezheplerden üstün bir mevkiye sahiptir. Mesela; taşra şehirlerine kadı atama yetkisi ile yetim ve vakıf mallarını kontrol hakkı yalnız Şafii mezhebine ait idi.
Osmanlılar Mısır'ı ele geçirince Hanefi mezhebi üstünlük kazandı. Daha sonra Mehmet Ali Paşa Mısır'a hakim olunca, Hanefi mezhebi dışındaki mezheplerle resmi olarak amel etmeyi ilga etmiştir. Şafii mezhebi İran'a da girmiştir.
Günümüzde Anadolu'nun doğu kesiminde, Kafkasya, Azerbaycan, Hindistan, Filistin, Seylan ve Malaya Müslümanları arasında Şafii mezhebine mensup olanlar bir hayli fazladır. Endonezya adalarında ise hakim olan tek mezhep Şafii mezhebidir. (Ebu Zehra, a.g.e, 358 vd.).
Hanbeli mezhebinin fakihleri çok güçlü olduğu halde, istenilen ölçüde yayılmamıştır. Halktan bu mezhebe bağlı olanlar azınlıkta kalmışlardır. Hatta hiçbir İslam ülkesinde çoğunluğu teşkil edememişlerdir. Ancak Necid ile Saud (ö. 795/1393) ailesi Hicaz bölgesine hakim olduktan sonra Arabistan yarımadasında Hanbeli mezhebi oldukça güçlenmiştir.
Bu mezhebin fazla yayılmamasının sebepleri şunlardır: Hanbeli mezhebi teşekkül etmezden önce Irak'ta Hanef, Mısır'da Şafıi ve Maliki, Endülüs ve Mağrib'te yine Maliki mezhebi hakim durumda idi.
Maliki Mezhebi, başlangıçta Hicaz'da yaygındı. Ancak sonraları çeşitli sebeblerden dolayı bu bölgedeki müntesipleri azalmıştır.
İmam Malik'in görüşleri, henüz hayatta iken, Mısır'a taşınmıştı. Mısırlı öğrencilerin memleketlerine döndüklerinde, Maliki fıkhına göre yetiştirdikleri öğrencileri vasıtasıyla mezheb, Mısır'da yayılarak yerleşmeye başladı. Ancak daha sonra, Şafii mezhebi buradaki üstünlüğü ele geçirmişti. Bundan sonra, Mısır'da her iki mezheble de amel edilmeye devam edilmiş, yargı işlerinde Hanefi Mezhebi de müracaat edilen bir merci olarak varlığını göstermişti. Ancak daha sonra Fatımiler Mısır'a hakim oldukları zaman, kaza ve fetva işlerinde Şia ön plana çıkmıştı. Fatımiler, Cami'u'l-Ezher'i kurarak burayı, Şia Mezhebinin ilmi merkezi haline getirmişler ve Ehl-i Sünnet mezhepleri silinmeye çalışılmıştır.
Selahaddin Eyyubi tarafından Fatımi hakimiyetine son verilince, Ehl-i Sünnet ihya edilmiş, Şafii mezhebi tekrar birinci seviyeye çıkmıştı. Bununla birlikte, Maliki fıkhının okutulduğu medreseler sayesinde Malikilik de güç kazannııştır. Memluklular devrinde kaza işlerinde dört mezheb esas alınmıştır. Mısır baş kadısı Şafiilerden, ikinci kadı da Malikiler'den atanırdı.1920'lerde Mısır'da şahıslar hukuku Maliki mezhebi esas alınarak yeniden gözden geçirilmiştir.
Bu mezhebin hakim olduğu diğeı bir bölge de Mağrib ülkesidir. İmam Malik'in öğrencileri tarafından buraya getirilen Maliki fıkhı, alimlere danışmadan karar almayan, ciddi ve fukuhaya saygılı yöneticilerin uygulamalarıyla halk arasında yaygınlık kazanmıştır.
Maliki Mezhebi, Endülüs'te de en çok müntesibi bulunan mezhebdir. Endülüs'te önceleri Evzai mezhebi üstündü. Fakat, Hicri 200'lerden sonra Maliki mezhebi, bu bölgeye hakim olmaya başladı. Mlikiliği Endülüs'e ilk getiren kimse, İmam Malik'in seçkin öğrencilerinden biri olan, Ziyad b. Abdurrahman olmuştur. Endülüs Emevi devletinin Abbasilerle olan kötü ilişkileri onların Maliki mezhebini devletlerine hakim kılmasına sebeb olmuştur.
Maliki mezhebi, Sicilya, Fas, Sudan'da yayılmış; Bağdat, Basra hatta Nişabur'a kadar uzanmıştır.
Maliki mezhebinin Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs'te yayılıp da, diğer bölgelerde etkinlik gösterememesinin sebebi olarak; Endülüs'ten Medine'ye kadar olan bölgede, Medine'nin kuzey ve doğu tarafındaki memleketlerde olduğu gibi, ilmi merkezler ve etrafında ders halkalarının oluştuğu müctehid imamların olmayışı, ayrıca Batı'dan gelen öğrencilerin fıkhi ekolleşmelerin geliştiği doğu taraflarına yönelmelerinin zorluğu gösterilmektedir.
İmam Malik'e gelen talebeler onun gibi bir üstada kavuştuktan sonra ilmin kaynağı Medine'nin dışına çıkıp doğuya yönelmeye, ihtiyaç da duymuyorlardı. Kuzey ve doğuya doğru Malikiliğin az gelişmesinin sebebinin yolları üzerinde bulunan Şam ve Irak bölgesinde ilmi hareketliliğin had safhaya ulaşmış bulunması sebebiyle buralara ilim tahsili için uğrayan öğrencilerin burada bulduklar ile ilmi doygunluğa ulaşmaları olduğu şeklinde değerlendirmeler yapılmıştır. (bk. Ebu Zehra, a.g.e., 407 vd).