İngilizce ve iletişim derslerimde en çok vurguladığım şey, konuşmadan önce dinleyip-anlamak gerektiğidir. Sözgelimi, birisinin İngilizce veya başka bir yabancı dili bilip-bilmediğini anlamak için genellikle: ''İngilizce (Arapça, İspanyolca vs) konuşabiliyor musunuz?'' diye sorarlar. Bense ''Anlama'' fiilini öne alır ve ''İngilizce (Arapça, İspanyolca vs) anlayıp-konuşabiliyor musunuz?'' diye sorarım.
Çünkü hayatta gördüğüm en traji-komik durumlardan birisi, söylenen şeyleri anlamaksızın konuşmak, cevap vermek veya yorum yapmak ve bu tavrın getirdiği şeylerdir. Bu durum bütün diller ve ülkeler için geçerlidir. Sizi dinleyip-anlamadığı hâlde, size bir takım cevaplar veren birisinin sözleri sizi ne kadar tatmin eder? Bunu bir düşünün.
Dolayısıyla anadilde veya yabancı dil öğreniminde önemsemeniz gereken en önemli beceri ''dinleme'' ve dolayısıyla ''anlama'' becerisidir. Dinleme becerisini işitme duyusuyla karıştırmayın. İşitme duyusu çoğu insana doğuştan verilmiş bir hediyedir. Ama ''dinleme becerisi'' adlı hediyeyi ise siz kazanırsınız. Bu kazanım süreci bazı kişilerde kolay ve bazı kişilerde zor bir zaman dilimi olabilir. Bununla birlikte hayat budur; bazı becerilerimizi geliştirmek konusunda başkalarından daha avantajlı olabilirsiniz. Fakat diğer bazı becerileri geliştirmek konusunda diğer kişilerden daha zorlu bir süreç geçirmek durumunda bulunabilirsiniz; şımarmaca, darılmaca veya alınmaca yok!
Bendeniz, anlamaksızın cevaplar vermeyi, bir lokmayı çiğnemeden yutmaya benzetirim. Bu şekilde yutulmuş olan bir lokmanın hazmı zor olur ve size rahatsızlık verir. Çünkü sindirim sürecinin ilk aşaması ağızda ve çiğneme ile başlar. Ayrıca birşeyin tadını ve size zararlı olup-olmadığını çiğneyerek anlarsınız ve duruma göre; mesela tatsız veya acıysa o şeyi yutmamayı da tercih edebilirsiniz. Çünkü tadı kötü olan şeyler, genellikle insana zararlı veya zehirli şeylermiş ve insan onu ister-istemez ağzından çıkarır-atarmış! Bu durumu bir belgeselden öğrenmiştim. Ama bunun için bir besini çiğnemeniz veya size sarfedilen bir sözü önce dinleyip-anlamanız lazım!
Öyleyse acele içinde herhangi bir tepki vermeden önce insanları iyi dinlemek gerekir. Hem münferid ifadeleri, hem de toplam mesajı anlamakta büyük yarar vardır.
Peki insanlar insanlar neden dinleyici olmak yerine daha çok konuşmacı olmayı tercih ediyorlar?
Birincisi susup-dinlemek, çoğu insana ''karizmatik'' bir tavır gibi gelmez. Konuşmanın bizi daha etkili, dinlemenin ise bizi pasif ve daha etkisiz gösterdiği hissine kapılırız. Hâlbuki ''dinleyen konuşanı esir alır.'' Sözgelimi hâkimler, bütün duruşma boyunca ve neredeyse sürekli olarak avukatı, savcıyı, sanığı veya başka kimleri dinlemeleri gerekiyorsa onları dinlerler ve bana hiç de basit kişilermiş gibi görünmezler! Bir hâkim duruşma salonuna gelirken de giderken de bütün salon ayağa kalkar! Dolayısıyla ben iyi bir konuşmacının, aynı oranda iyi bir dinleyici olduğunu görene kadar, onun ''karizmatik'' olup-olmadığını hissedemem!
İkincisi: dinlemek bir beceridir ve eğer onu edinmeyi ihmal ediyorsak, bu ihmalin kaynağı, dinleme becerisine sahip olmanızı gerektiren sebeplerimizin farkında olmayışımızdır. Bu konuda bence en teşvik edici sebep, etkin bir şekilde dinlemenin mesela sevdiklerimizi daha iyi anlamamızı sağlayacağını bilmektir. Siz onları zaten çok iyi anladığınızı ve tanıdığınızı düşünebilirsiniz. Fakat kendinize 1 hafta boyunca sevdiklerinize sorular sorup-dinleme ödevi verin. Bunu yaptığınızda duyduğunuz ilginç cevaplar, aslında onları tanıma sürecinin daha bitmemiş olduğunu gösterecektir. Ayrıca sevdiklerinizi dinleyip-anlama çabanızı artırmanız, onların size karşı tavırları nı da değiştirecektir. Mesela ben 6 yaşındaki kızımı ne kadar çok dinlersem, onun dünyasını, düşüncelerini, duygularını da o kadar iyi anlıyorum. Zaten bunlardan haberdar olmalıyım ve o da bunlarla ilgilendiğimi bilmeli. Onu dinleyerek geçirdiğim süreçlerin hoş bir getirisi de var: Bana daha sık sarılıyor ve beni daha sık öpüyor. Bu bile tek başına teşvik edici bir sebeptir!
Dinlemeyi ihmal etmemizin üçüncü sebebi ise: Bilgili olmanın konuşmayı gerektirdiğini düşünmemizdir. ''Bilen konuşur!'' ifadesine inanmışızdır. Evet hassas bir durum varsa, konuya vakıf olan kişiler konuşur. Ama hayat bilgi yarışması değildir. Bilgili olmamız ''konuşkan'' veya ''geveze'' olmamızı da gerektirmez!. Bilgili olmam neden benim daha çok dinlememi değil de, daha çok konuşmamı sağlasın? Bunu anlamış değilim. Sözgelimi çocuklarımla birlikteyken hep benim mi konuşmam gerekiyor? Onlardan duyacağım bir şeyler yok mu? Veya anlattıkları her ne olursa-olsun onların seslerini duymak ve benimle bir şeyler paylaştıklarını bilmek yeterince keyifli değil mi?
Ünlü bir hatibi ziyaret etme ve neredeyse bütün bir gününü gözlemleme imkânım olmuştu. Günün büyük çoğunluğunu onu ziyaret eden kişileri dinleyerek geçirdiğini gördüm. O anda, onu uzun bir süredir yanlış algılamış olduğumun farkına vardım. Aslında hatipliği kadar, iyi bir dinleyici olduğu da açıktı. Onunla ilgili olarak şu gerçeği daha iyi kavradım. Konuşmalarında insanların ihtiyaçlarına değinebilmesinin ve bam tellerine dokunabilmesinin bir sırrı da, onları çok iyi dinleyip-anlayabilmesiymiş.
''İyi bir kouşmacı ve iletişimci olmanın yolu, önce iyi bir dinleyici ve 'anlayıcı' olmaktan geçer'' diyorum, başka bir şey demiyorum!
İyi birer dinleyici ve anlayıcı olmanız dileğiyle.
Savaş ŞENEL