1980'li yıllarda, yönetimin şeffaflaşması yolunda adımlar atılmasıyla, bir kesim korku ve hassasiyetlerini tabulaştırırken, toplumun büyük kesiminin de değişime ayak uydurup yeni imkânların keyfini çıkardığını müşahede etmiştik. 1980 öncesi sahnede militarizm karşıtı militarizm sergilenirken, 2000'li yıllara yaklaştıkça militer-demokrat karşıtlığı sahnenin ana teması oldu. Günümüzde kamplaşma daha da belirginleşmiş ise de, toplum olarak çok önemli değişim yaşamaktayız. Değişimin mühendisleri ve aktörleri, incelenmesi gereken önemli husustur. Biz, bu değişim ve dönüşümde birkaç gözlemimizle ipuçları arayacağız.
Eski Ceza Kanunumuzun 141 ve 142. maddeleri kaldırılırken, Komünizm'in ülkemizde yayılması için uygun zemin bulacağından korkulmuş ve epey muhalefet edilmişti. Fakat korkulan olmadığı gibi, Komünizmi savunmak popülerliğini de yitirdi. Birileri işlerini kaybetmişti, dersek abartılı olmaz. O günleri unuttuk. Sadece o günleri değil, komünizmi de unutur olduk. Komünistim diyenlerde bile marksist teori gitti, militanlık kaldı.
Günümüzde, Ak Parti hükümetinin arka arkaya gelen icraatları, değişim ile birlikte yeni yaşama tarzı ve yeni alışkanlıkları da beraberinde getiriyor. Hani anlatırlar, akıllının birisi ''Millet denize girmek için sahilleri doldurunca, halk denize giremedi.'' diye lâf etmiş ya! Artık, millet de, o akıllının halkı da uçakla yolculuk yapabiliyor, özel hastanelerde tedavi olabiliyor, tatil yapabiliyor, istediği bilgiye ulaşabiliyor, kendisini çekinmeden, utanmadan ifade edebiliyor, fikrini korkmadan ifade edebiliyor. Yaşadığımız 10 Muharrem'de, Türbelere manevi heyecanla giden Alevî kardeşlerimizin rahatlığı ve samimiliği, Halkalı'da Aşûra Matem Toplantısında yükselen Salavatlar ile Sünnî evlerden dağıtılan aşureler, Sünni evlerde açılan oruçlar ve dualar ile cem evlerinde semahlar manzumesi, millet olarak bu iklime ne kadar da muhtaçlığımızı, susamışlığımızı da sergilemiştir.
Farkında olmadan sigara düzenlemesine (yasağına değil) de alışmaktayız. Yasadan önce, sigara içen insanlar; ''Pardon bir sigara içebilir miyim?'' diyerek bizlerden izin alırlar, bizler de nezaketle gelen talebe hayır diyemezdik. Bizden izin isteyenler, ''Pardon, sizi biraz zehirleyebilir miyim?'' diyorlarmış da, biz farkında değilmişiz. Toplu araçlarda, salonlarda, duraklarda, devlet dairelerinde, hâsılı insanın mecburi olarak bulunması gereken her yerde bizlere kötü, tiksindirici bir hava soldurmanın yanında, zehir de zerk ediyorlarmış. Kim bilir kaç zavallı, sigara içenlerin zehirleri nedeniyle hastalıklara düçâr olmuştur da bileni yok. Hesap gününde, boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkını alacağı söylenir de, insanlar bu hesabın koyunlar arasında olduğunu zannettiklerinden midir, kendi hesaplarını hiç düşünmezler. Artık, zehirleyenlerin üstünlüğü ve kurbanların teslimiyeti sona ermiştir. Sigara içilen alanların daraltılmasıyla, toplumun bir kısmının diğerlerine zulmünün önlendiğinin de farkında olmalıyız. Zira, milletçe yürüdüğümüz yolu iyi anlamamız için elzemdir..
Farkında olmadan bir takım askeri, sivil zevâtın yargılanmasına da alışmaktayız. Hem de darbe planları, darbeye teşebbüs suçlamalarıyla yargılandıklarını ilk zamanlarda olağanüstü karşılarken, artık olağan karşılar olduk. Daha önce, birileri devletin kurucusu ve yegâne söz sahibi hüviyetiyle, gerekli gördüğünde darbe yapma hakkını kendilerinde görüyor, bu durum da kabulleniliyor ya da katlanılabilir durum addediliyordu. Yani, bir toplum, demokrasiden vazgeçilmeyi kabullenebiliyordu. Günümüzde ise, sürmekte olan yargılamalara usûl, üslûp ve sanıklar yönünden karşı olanlar da dâhil olmak üzere, toplumun geneli darbelere karşı ve darbecilerin yargılanması görüşündedir. En azından darbe yanlısı olanların bile, alenen beyan cüretleri kalmamıştır.
Toplum denilen organizma değişmekte ve bu değişim yolu da bizlere hayırlar getirmektedir. Farkında olarak veya farkında olmadan yaşadığımız değişim ile toplumsal duyularımız ve yeteneklerimiz geri gelmekte, gelişmekte, yeni rahatsızlıklar, yeni ihtiyaçlar ve yeni talepler okyanusuna yelken açmaktayız. Korku zincirlerini kırdıkça, küçüklük kompleksinden kurtulup, büyüklüğümüzün farkına varacağız. Büyüklük şuuruyla, kendimizin ve çevremizin farkında olacağız. Farkında oldukça, yeteneklerimizi geri çağıracağız. Yeteneklerimizi geri aldıkça, rahatsız olacağız, huzursuz olacağız, dertleneceğiz, yeni ızdıraplara müptelâ olacağız, bir şeyler yapmak için çırpınacağız, çalışacağız, çabalayacağız, yürüyeceğiz, gelişeceğiz.
Farenin koku alma duyusu gelişmiş olsaydı, kanalizasyonda mutlu olur muydu? Bugün yetinmeyip sorguluyorsak, rahatsız olup taleplerde bulunuyorsak, toplumsal duyularımızın gelişmesindendir.
Toplumsal duyularımızın başımıza sardığı dertleri çözdükçe milletleşiyor muyuz, acaba!
Ne dersiniz? Beraber yürüdüğümüz yol, millet olmanın tam kendisi değil mi?
Selamlarımla!
Av. Musa GÜMÜŞ