Hepimiz bir taraftayız. Aynı tarafta olabiliriz veya olmayız. Ama bir taraftayız.
Mustafa Kemal; ''Bîtaraf olan bertaraf olur.'' demiş.
En azından bertaraf olmamak için taraf olmak da tercih edilebilir. ''Ben tarafsızım'' beyanı da, bir kısım aklî faaliyet tembellerinin avuntusundan ibarettir. Tarafsızım diyenleri de, bir taraf olarak değerlendirip, ''tarafsızlık'' tarafındakiler olarak isimlendirmek mümkündür.
Farklı taraflarda olmak, toplumun gelişmesi için önemlidir. Bütün toplumun aynı tarafta olması mümkün olmadığı gibi, böyle beklenti içinde bulunmak da sağlıklı değildir.
Bizim yazılarımız taraftır. Taraflık iddiasının beyanından ibarettir.
Bize göre;
Milletimizin bugüne kadar yaşadığı macerada, lokomotif vazifesini görmesi gereken aydınları, işlevini yerine getirmeyip, aksine milletin sırtında kambur olarak hayatlarını sürdürmüşlerdir. Aydın, seçkin, entelektüel, hangi ismi kullanırsak kullanalım, burjuvalaşmış bir kitle, millî ve mânevî değerlerimizin örselenmesinde, yozlaşmasında faktör ve milletleşme sürecimizde engel olmuştur. Yaşadığımız sosyal ve ekonomik sıkıntılarımızın temel nedeninin, bu olduğunu düşünmekteyiz. Meselenin temeline doğru indiğimizde, günümüz olaylarını daha iyi anlayabileceğimiz kanaatindeyiz.
Bu kitlenin kökenleri, Osmanlı burjuvazisine dayanmaktadır. Osmanlıda askeri ve sivil yönetim, devşirme kadrolardan oluşmaktaydı. Bu da ikiliğe ve rahatsızlıklara yol açmaktaydı. Yavuz Sultan Selim Han, Trabzon Sancakbeyi iken Anadolu'da zulme uğrayan, tımarları ellerinden alınan gayrimemnun halkın Şah İsmail'e yöneldiğini görünce, haber salıp ganimet almak isteyen gençleri savaşa çağırır. Ülkenin her tarafından birçok genç savaşçı Trabzon'da toplanır. Gürcülere yapılan akından epey ganimet elde edilir. Hazine için ayrılan ganimet de askerlere dağıtılır. Gelenler, alınan ganimetten memnun kalırlar.
Yavuz Sultan Selim'in savaşçıların başında bulunanlara hitabında, söyledikleri önemlidir.
''Saraydaki idarecilerin, tımarlı Anadolu askeri yerine, niteliksiz kul asıllı kimselere önem verdiklerini, onları makam ve mevki sahibi yaptıklarını, bu sebeple Anadolu'dan halkın bir kısmının Şah İsmail'e gitmek istediğini, hâlbuki kendisinin bütün ağırlığını onlara vereceğini...'' vaat eder.
Ancak, bu sıkıntı tarih boyunca süregelmiştir.
Osmanlı yönetim geleneğinde, yönetimin yabancı soylu unsurlara dayanması, bu tabakanın halktan ayrı, marjinal insan konumunda kalmasına neden olmuştur. Bu cemaat, 1800'lerden itibaren modernleşme ve batılılaşmanın kaptan köşkünde yer almıştır. Bu sürecin batıcılaşma ve kozmopolitleşme oluğunu söylemek de mümkündür.
Cumhuriyet ile çevre merkeze getirilmek istenmiş ise de, beş yüz yıllık kalkerleşmiş yapıyı tersine çevirmek mümkün olmadı. Tarihsel seçkinler, birtakım kırılmalar yaşamış ise de, geleneksel kilit noktalarına, sosyal, kültürel ve iktisadi kolonilerine yeni döneme uygun kimlikleriyle yerleşmişlerdir. İletişim araçları, medya, eğitim öğretim kurumları, sanayi, finans, sanat ve eğlencede söz sahibi olarak kaptan köşkünde yer almışlardır. Konumlarını korumak amacıyla, daima yöneten olmuşlar ve olma mücadelesi vermişlerdir.
Halkın büyük kesiminin, yıllarca Seçkin kabul edip saygılı olduğu bu azınlık; köy enstitüleri, halk evleri ve azizlerin ismini taşıyan okullardan yetişmiş bir kısım gençleri alıp, kimliklerinde Müslüman yazan ''yeni duruma uygun ilahiyat geliştirmiş'' militanlar yetiştirerek, nüfuz alanları oluşturdular.
Bir Türk dünyaya bedeldir, dediler. Dört tarafın düşmanla olduğunu, ezberlettiler.
Türk zekidir, cesurdur, dediler. Sen karışma, sen konuşma, sen sus, anlamazsız, ülke parçalanır ha! Cısss, diye payladılar.
Mukadderat hususunda irade beyanında bulunamayan, parya gibi dışlanmış millet, yoksulluk kültürünü meydana getirirken; seçkinler, iç-dış bağlantıları, hayat tarzları, spekülasyon ve hortumlamayı icra edebilen kazanç yöntemleri ve mafyatik ilişkiler ile bir zenginlik kültürünü oluşturmuştur.
Yaşanan yoksulluk-zenginlik kültürü kutuplaşmasında, seçkin olarak adlandırılan sınıfın seçkinci, dışlayıcı rolünün etkisi büyüktür. Osmanlı ve Cumhuriyetin nimetlerinden faydalanan ve hiçbir zaman millileşmeyi arzulamayan seçkinci burjuvazinin, tepeden bakan, âmir konumunu devam ettirmesi mümkün değildir. Mümkün olmamıştır. Mümkün olmamaktadır.
Milli değerlerle yoğrulmuş aydınların Cumhuriyet rejimine uygun rolü oynamaya başlamasıyla; finanstan, sanata; bürokrasiden, siyasete, her sahada seçkincilerin rakipleri ortaya çıktı. Toplum mühendisliği yapan seçkinciler ile toplumun içinden gelenlerin yarışında, toplumun temsilcileri daha önde yer almaya başladı.
Demokrat Parti iktidarından beri, muktedir olma mücadelesi verilmektedir. Ak Parti, muktedir olduğu ölçüde şimşekleri de üzerine çekmektedir.
Ak Parti, demokratikleşmeyi ve hukukun üstünlüğünü sağlamak için, milli birliği sağlamak için düzenlemeler yapması nedeniyle suçlanmaktadır.
Ben, Bulgar Paşa lâkaplı devşirmenin çok zulmünü yaşamış Sancaklı Yörüklerindenim.
Benim taraf olmamın hissî yönü olabilir.
Fakat, yaşadıklarım; artık bu necib milletin sırtındaki kamburdan kurtulmakta olduğunu, artık emanetin devşirmelerin ''etrak-ı bî idrak'' diye tahkir ettiği asil milletin evlatlarında olduğunu söylüyor. Bu nedenle, sözüm ve duam ile Ak Parti ve Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN tarafındayım.
Siz hiç kendinizi;
''Öz Yurdunuzda garip, öz Vatanınızda parya'' hissettiniz mi?
Selamlarımla.
Av. Musa GÜMÜŞ