Nedenlerden sonuca ulaşılmazmış; ama nedense nedensiz sonuç da olmazmış. Anladım. Anlatmanın anlamak olduğunu söyleyen Nazan'a (*) inandım. Af buyursun; nazeninime. Anladığım kadarını anlatıyorum yine.
Hep düşündüğüm; neden düşündüğümü de düşündüğüm bir tek soru ile baş başa kalınca.. yanaklarımdan süzülen bir damla yaşa kurban olacak sandıklarım çeyiz sandığımı boşaltınca.. konuşmak istediğimde susmaya çalışınca.. susan hep ben olunca.. bilmediklerimi bildiklerime tercih edince.. aptal olmayı akıllı olmaya tercih edince.. aşkı konuşarak boğunca anladım.. Bütün sorularımın cevabı tek bir suskuda gizleniyordu.. Susku..O bendim.. Ben cevaptım işte. Bir 'Sus' tum ben. Ben susmuştum. Bir sustum pir sustum ben...
Kurudu içimizin denizleri
Biz... biz olamadan daha... Yanmakla yanılmak arasında durduğumuz yerden öyle bir düştük ki kimse fark etmedi bizi. Öyle ki biz bile fark etmedik düşmelerimizi ki biz en içindeydik yaşanan zamanın. Demediklerimiz kanatınca içimizi en çok dediklerimize gülmeye yeltendik. Fakat sonra; ağlayan yine biz olduk yana yakıla. Oysa ki ne çok özlem çekmiştik, ne çok sarılmıştık yalnızlıklarımıza. Öpüşmeye susayan dudaklarımız kuruyup çatlamıştı da sevgilimizin dudaklarıyla nemlenmedikçe bir damlacık suya değmeyecekti ve kanamaya başlayacaktı yaralarımız gibi. Aldırmayacaktık hiç ve bekleyecektik sevileni.
Âdem'in mümkünü Havvâ olunca... Neden sonuca kavuşunca... Nedenin bile eşi sonucuysa...Her şeyin bir eşi elbet olunca...
Mümkünler alemi ile nâmümkünler alemi bilemezdi yazgının âdemle savaşını. Âdem dahi mümkün olmayanı mümkün kılma peşinde düşmemiş miydi yeryüzü cehennemine? Yasak elmayı koparmamış mıydı dalından. İmkansızın o şeker şerbet tadı peygamberî bir nefsi bile yerle bir etmemiş miydi? Bilemezdi ya; Âdem de bilemezdi yazgısının bir meyve tadımlığında baştan ayağa değişeceğini. Cennetle yeryüzü arasındaki tercihinin kendi özünden, topraktan yana olduğunu bilemezdi. İnsan eninde sonunda özüne dönerdi. Âdem yeryüzünde özledi sevdiğini. Aldırmadı hiç ve bekledi sevileni.
Havvâ bekletti kendini.. Havvâ Âdem'in kemiğinden yeni bir iskelet düzeneğiydi. Havvâ Âdem'dendi ve ona dönecekti; eninde sonunda... İmkansız da olsa yazgı değişmeyecekti... Havvâ yalnızca Âdem'indi.
Şimdi ey Âdemoğlu âdem! Özlemin geçmişse ne çıkar; bilmez misin her gidiş yeni bir özlemin başlangıcıdır. Sevgiliden geri atılan her adım hasrete birkaç adım daha yaklaştırır nankör gönlünü. Senin gidişin has bahçeye girip elmayı yiyemeyişinden midir acep; yoksa özüne dönmeyi marifet bilemeyişinden mi? Yoksa... yoksa Havvâ'ya değişeceğin bir cennetin mi var? Aşka değer bir cennetin mi var; cennet aşka değiyorsa aşka ne lüzum var?.. Hani cennetimiz aşktı..Hani aşk?.. Aldırmasam hiç ve beklesem seni!
Sor kendine şimdi! Sen Âdem'in yeryüzünde savaşmak için verdiği mücadeleye talip olup yasak elmayı dişler miydin...aşkı tatmaya giden yolun yasaktan geçtiğini bilir miydin; yoksa hiç gamsız, tasasız cennete girer miydin... aşkı elinin tersiyle iter miydin? Sence hangisi daha erdemli, daha onurluca olur? Nazanım dedi yine böyle...(**)
Neden Âdem dedim? Neden Havvâ dedim? Âdem de Havvâ da sebepsiz değil... İnsan âdemden türedi; insan da sebepsiz değil.
Sen varsın. Ben varım. Ben senin sonucunum. Sen benim nedenim. O halde ben de sebepsiz değilim. Sen de sonuçsuz değilsin.
Ben... Âh ben... Susmaktan çok yoruldum...
Sen... Âh sen! Ben de aldırmıyorum... sana diyorum... hep bekleneceksin...
Sahi; şimdi sen bu satırların neresindesin?... Ve dahi neden içindesin?...
*Nazan Bekiroğlu'dur. ** N.B.'nin 'Lâ' eserine atıf yapılmıştır.
Esra KİRİK