Bizdeki yabancı basın merakı çocukluğumdan beri tuhafıma gitmiştir. Genelde de yabancıların görüşlerine çok fazla önem verilmesi. Falanca Amerikan gazetesi şunu yazdı, al sana bir tartışma. Filanca İngiliz gazetesi bunu yazdı, vay efendim nasıl yazar, bir sürü curcuna. Bizim basının onlar hakkında yazdıkları onları bırakın bu kadar sarsmayı, zerre kadar ilgilendiriyor mu acaba? Tabii ki hayır. Sonra her ''Bosforus, raki, şiş kebap, çok guzelll'' tekerlemesini duyduğumuzda sevinçten bayram etmeler... Belliydi ki Türkiye'ye gelecek olanlara birileri öğretiyordu bunları. ''Bu birkaç kelimeyi söyleyin, canlarını alın'' diyorlardı herhalde.
Elbette bunun sebepleri var. Orada bir gazete bunu yazıyorsa bu mutlaka büyük bir planın parçası olarak yazılmıştır ve Türkiye kamuoyunu yönlendirme amacı taşıyordur. En azından amaçlarından biri budur. Zaten istihbarat örgütleri vs. bizi adım adım takip ediyorlar, aldığımız nefesleri bile sayıyorlar, ciğerimizi biliyorlar (!) Eğer öyleyse, onlar seçim sonuçlarını da doğru tahmin ederler, bizim seçmenin iradesini etkileyecek güce de sahiptirler demektir.
Bu anlaşılabilir bir psikolojidir. Düşmanı İzmir'de denize döküp ardından Cumhuriyet'i kuralı neredeyse bir asır olacak ama bu asrı savaşın galibi olarak mı geçirdik, mağlubu olarak mı belli değil. Topraklarımızdan söküp attığımız düşmanımızın alfabesinden kıyafetine kadar her bir şeyini almışız. (Tarihte başka örneği var mıdır acaba?) Almışız ve hepsini akıl almaz derecede zorla halka kabul ettirmeye çalışmışız. Sözünü ettiğimiz yüz yılda başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiş. Hepimizin bildiği şeyler, tekrara gerek yok.
İplerimiz tamamen ''Batı''nın elinde olmuş, tamamen değilse bile biz öyle inan(dırıl)mışız. Zaten öyle inandıktan sonra öyle değilse bile bir şey fark etmemiş. Hal böyle olunca ağızlarının içine bakmamız, söylediklerini de bu kadar ciddiye alıp etkilenmemiz son derece normaldir. Türkiye'nin son yıllarda bir çok alanda kat ettiği mesafe de bu psikolojiyi hemen değiştiremiyor. Kolay değil Karlofça Antlaşması'ndan sonra tam 300 yıl toprak kaybede kaybede erimek, sonra da Düvel-i Muazzama'nın izin verdiği kadar bağımsız ve özgür olarak yüz yıl geçirmek. Bu psikoloji kolay atlatılamaz.
Size tersinden bir örnek vereyim de mesele biraz daha açıklığa kavuşsun. Osmanlı'nın son zamanlarında geçiyor olay. Almanya Fransa sınırında bir Alman köyü var. Bunlar her sene tarlayı sürüyor, ekini ekiyorlar. Tam hasat zamanı sınırı oluşturan nehrin karşısından Fransızlar geliyor, bunları bir güzel pataklayıp ürünleri alıp gidiyorlar. Bir böyle, iki böyle, Almanların canına tak ediyor. Köy meclisi buna bir çare bulmak için toplanıyor ve sonunda Osmanlı'dan yardım istenilmesine karar veriliyor. Zamanın padişahına durumu anlatan bir mektup yazılıyor ve yardım isteniyor. Mektubu alan padişah bakıyor, devletin oraya asker gönderecek takati yok. Fakat Osmanlı ismi hâlâ iş görüyor. Onlara bir çuval dolusu asker kıyafeti gönderiyor ve ekteki mektupta şunları yazıyor: ''Fransızlar korkak âdemlerdir. Siz hasat zamanı şu kıyafetleri giyin, nehir boyunca biraz dolaşın. Bu onlara yeter'' Almanlar mektup ve çuvalı alınca şaşırıyorlar ama yine de padişahın dediğini yapıyorlar. Bir süre bekliyorlar, karşıdan gelen giden yok. Merak edip nehrin öte yakasına geçiyorlar, bir de bakıyorlar ki Fransızlar Osmanlı geldi zannederek kendi köylerini bile bırakıp kaçmışlar!
O zaman Osmanlı'nın asker elbisesiyle yaptığının benzerini şimdi Batı medyayla yapıyor. Dedik ya, kolay değil bu işlerin düzelmesi. Bireylerin psikolojik rahatsızlıklarının tedavisi bile yıllar alabiliyor. Toplumların ise daha fazla. Şu çok bahsi geçen 2023 bir gelsin bakalım, ne olacak o zaman? Bana çılgın projelerden daha önemli şeyler olacak gibi geliyor. Allah ömür verirse göreceğiz.
Bülent ŞİRİN