2000'li yılların başında bir içişleri bakanı, ülkedeki yolsuzlukların üzerine gitmeye kalkınca bir sürü engelle karşılaşmış, sonunda da şimdi hatırlayamadığım bir gerekçeyle görevinden alınmıştı. O günlerde televizyonda yabancı kaynaklı bir belgeselde bu konudan söz ediliyor ve şöyle deniyordu: ''Türkiye'de yolsuzluklar karşısında böyle bir girişimde bulunulması olumlu bir gelişme, ancak sonuca ulaşması halkın yolsuzluk kavramına ne gözle baktığına bağlı''.
Bu son derece acı, ancak bir o kadar da gerçekçi bir analizdi. Gerçekten, yolsuzluk bu ülke insanının hassas olduğu toplumsal suçlar arasında yer almıyordu. Halbuki söz konusu yolsuzlukla cebe indirilen menkul ya da gayrı menkul, başka birilerinin ya da soyut bir devletin değil, bizzat halkın malıydı. Yani insanlar kendi mallarının gasp edilmesine ses çıkarmıyorlardı. Fakat gelin görün ki kamu malı üzerine diktiği tapusuz gecekondu resmi otorite tarafından yıkılmaya kalkılınca bir eline bıçağı, öbür eline küçük çocuğu alan dama çıkıyordu. İlginç ve incelenmesi gereken bir sosyo-psikolojiydi bu.
Herkesin bildiği gibi 3 Temmuz'dan bu yana ülke gündeminin en önemli maddelerinden biri şu şike soruşturması. Şu ülkede aklı başında hiçbir vatandaş ''şike mike yok, her şey tertemiz'' diyebilir mi? Derse kim inanır? Bu evvelinden beri bilinen bir şey. Bu düzenden beslenenler için sorun yok(tu), rahatsız olanlar da bir şeyi değiştiremeyince ya ortalıktan çekildiler ya da düzenden bir şekilde pay kapmanın yollarını aramaya başladılar. Haliyle düzenin çarklarında temiz kişi ya da kurum kalmadı gibi bir şey.
Yıllar böyle akıp gitti gitmesine ama; henüz herkes fark etmemiş olmasına rağmen o çarklar artık iyice zorlanmaya başlamıştı ve acil müdahale gerekiyordu. 3 Temmuz'da bu müdahale yapıldı. Ancak ilk paragrafta zikrettiğimiz problemli sosyo-psikoloji nedeniyle büyük bir dirençle karşılaştı. Türk futbolunda etkili ve yetkili kişi ve kurumlar, cansiperane bir gayretle düzeni savunmaya başladılar ve şu ünlü Neşeli Günler filmindeki dalavereci amca Ziya'nın, anneyle babayı barıştırma çabasına girişen çocuklara ''ne vardı bu delileri bir araya getirecek? Ne güzel idare edip gidiyorduk işte'' demesi gibi bir tavır takındılar.
Ama işte hayat yerinde durmuyor, şartlar sürekli değişiyordu, aynı filmdeki gibi. Bu düzen de devam edip gidemezdi, bir yerde tıkanacaktı. Süreç hangi yasal sonuçla biterse bitsin, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır, bundan herkes emin olmalı. Her şeyin bir tiyatral oyun olduğu iyice ortaya çıktıktan sonra, Cüppeli Ahmet hocanın bile diline düşen bir ligde kim kalp krizinden gider? Avrupa'nın nefes kesen liglerinin her hafta-üstelik beş para ödemeden- odamızın orta yerine misafir olduğu bir ortamda hem de?
Cin şişeden çıkmıştır. Hiçbir güç de onu bir daha geri sokamaz. Süreç biraz uzun ve sancılı geçebilir, fakat eninde sonunda Taksim'de yağmur altında açlık greviyle de olsa aile bir araya gelecek, film de mutlu sonla bitecektir. Bunun kanunla kitapla olması gerekmez. Alex ile Messi arasında hiçbir mesafe farkı yok futbolseverin gözünde, neden kaliteli ve ucuz varken hileli ve pahalı ürün tercih edilsin?
Bülent ŞİRİN