Bir gün bana sorulan bir soru üzerine ''sevgi'' ve ''vazife'' kavramları üzerine düşündüm. ''Sevgi'' gibi sevimli kavramları yüceltirken, ''Vazife'' kavramı gibi daha az sevimli ve hatta sevimsiz görünen kavramları göz ardı ettiğimizi yeniden fark ettim.
Sevginin kırılgan, alıngan, darılgan ve nazlı olduğunu düşünürsek, aslında, insanı çoğu zaman hayırda koşturan şeyin ''vazife'' duygusu olduğunu fark edebilirsiniz. Meselâ sevdiğiniz birisine kızarsınız. Onu sevseniz de, bir süre telefonlarına cevap vermemek veya onu görmemek istersiniz. Hatta belki de o kişiyi bir süre yokluğunuzla cezalandırmak istersiniz. Ama vazife duygusu buna izin vermez. Çünkü sizin ''protesto'' döneminizde onun size ihtiyacı olabilir veya söz konusu kişi, size gerektiği kadar değil, gereğinden fazla kırılabilir. Sizin hafif bir şefkat tokadınız, ona yumruk gibi gelebilir. Dolayısıyla bu tür durumlarda, sadece sevginize ve kaprislerine değil, vazife duygunuza kulak vermelisiniz.
Dolayısıyla hiçbir ilişki sadece sevgiyle veya tutkuyla yürümez ve her dakikası eğlenceli olmaz!
Bunun gibi, yazar ile yazmak arasındaki ilişki de sadece sevgiye dayanmıyor. Bazı zaman olur yazdıklarınızın bir yere gittiğinden veya birilerine yararı olduğundan kuşku duyarsınız. Bir de günlük olan veya daha ilgi çekici konular hakkında yazmak yerine, sizce temel olan konuları ele alıyorsanız, yazmak sadece tutkuyla değil, vazife duygusuyla devam eder. Çünkü temel konularda yazmak ve bu yazılan şeyleri okumak, bazı zamanlar yazar ve okur için sabır isteyen bir çabadır.
Bir de aslında çok şey söylemek istiyorsanız, ama umutsuzluk vermemek ve inşacı olmak adına çok dikkatli bir şekilde yazıyorsanız, işiniz daha da zordur. Şartlar da âdil değildir. Meselâ eğitimcisinizdir ve siyasî konularda yazmaktan kaçınırsınız, ama siyasetçiler, eğitim dünyasıyla pin-pon topu gibi oynarlar. Bunu yazmak istersiniz ve sizin derdiniz kişilerle değildir, yapılan işlerledir. Ama bunu anlatmak ne yazık ki kolay değildir.
Bir konuda güç ve iktidar sahibi olmanın çok büyük bir imtihan olduğunu anlatmaya çalışırsınız. ''Sen ne anlarsın'' şeklinde size tebessüm ederler. Kurumsallaşmamış kurumların, zenginliklerin ve kazanımların çöküp-gittiğini kaç kez gördüğümü bilmezler! Zengin veya güçlü olmayı değil, Türkiye?de zenginliğin iyi niyetli, aklı başında, kurumsallaşmış ve kalıcı olduğunu görmeyi istediğimi anlamazlar.
Buna benzer bir sürü şeyin yaşandığı bir zamanda yazmak sadece sevgi işi değildir, daha çok vazifedir. Çünkü bir şeylerin değiştiğine dair inancınız zayıftır. Fakat yazmanız lazım.
Çünkü farkındasınızdır; farkındalık ise sizden müstakil ve öyle cami avlusuna bırakabileceğiniz bir şey değildir.
İngilizce Eğitim Danışmanı & İletişim ve Yazarlık Koçu