ŞEHİRDE BABA OLMAK
Dünyanın en güzel duygularından biri belki de baba olmaktır. Biz bir taraftan bu harika duyguyu yaşarken diğer taraftan da çocuğumuzun geleceğini hazırlamak durumundayız. Baba olma duygusu harika olduğu kadar sorumluluk isteyen bir olgudur. Çünkü çocuklarımızın yaşları ile sorunları da büyümektedir. Dolayısı ile bizim de sorumluluklarımız artmaktadır.
Bizler çocuklarımızın iyi bir geleceğe sahip olmaları için ya onların iyi bir meslek edinmelerini ya da eğitim almalarını sağlamamız gerekiyor. Çocuklarımızın iyi bir meslek veya eğitim sahibi olmalarını sağlarken onların eğilim, istidat ve yeteneklerine göre seçim yapmalarına yardımcı olmalıyız. Yoksa yanlış seçilen bir meslek onlara hayat boyu huzursuzluk getirir. Çoğumuz ''Ceketimi satacağım, çocuğumu okutacağım'' gibi maddi fedakârlık içeren cümleleri çokça sarf ederiz de insanların asıl ihtiyacı olan şeyi vermeyiz. Peki, nedir, insanların en çok ihtiyaç duyduğu şey? Tabii ki hepimizin ihtiyacı olan şey ''ilgi''dir. Hepimiz, tüm dünyada maddi ihtiyaçları karşılanan çoğu kimsenin aynı zamanda mutsuz olduğunu biliriz, hâlbuki. Bir anlamda çocuklarımızın okulda olmasını kurtuluş gibi görmekteyiz. Hâlbuki onların ufacıkken konuşmaları, oyunları, gülüşleri ve bizleri son derece mutlu eden çocuklarımız yaşları ilerledikçe ebeveynleriyle aralarındaki mesafe artmaktadır.
Geçenlerde medyaya yansıyan bir olay çok dikkatimi çekti. İstanbul'da bir kaza olmuştu ve başka bir araca vurarak kazan yapan genç hafif yaralanmıştı. Birkaç yaralının daha bulunduğu olay yerine çok sayıda ambulans ekibi sevk edilirken oğlunun kaza yaptığını duyan baba da olay yerine gelmişti. Polisler ve vatandaşlar, gencin babasını sakinleştirmeye çalışırken babadan inanılmaz bir yanıt geldi.''Ben arabaya ağlıyorum'' diyen babanın aksine annenin de oğlunun üzerine paltosunu örterek üşümesine engel olmaya çalışmıştı. Aile ilişkilerimizin ne hale geldiğini düşünebiliyor musunuz? Üzerinde çok konuşulacak çok tartışılacak bir konu. Ama ne kadar uzun konuşursak konuşalım hepimiz babanın sorumsuzluğu noktasında fikir birliğine varabiliriz. Belki de çoğumuz bu babaya rastlasak uzun nutuklar çekmek ona babalık vazifeleri hakkında dersler vermek isteriz.
Burada bizlere farklı bir bakış kazandırması açısından fantastik bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum.
Bir zamanlar bir tuvalet musluğu varmış. Kimse bu musluktan su içmezmiş. Ne zamandan beri bu tuvalet musluğu merak edermiş ki neden kimse ondan su içmiyor. Günlerce hep bu soruyu kendine sormuş. Hâlbuki şehir şebekesinden gelen su mutfağa da gidiyor ve oradan herkes su içiyor. ''Eğer, su temiz değilse neden mutfaktan içiyorlar ve temizse neden ondan kimse su içmiyor?'' Diye hep kendi kendine sorarmış. Bir gün aksakallı bir bilge bir insan gelmiş tuvalete. Tam çıkarken musluk sormuş: ''Üstat sana bir şey sorabilir miyim? ''Buyur.'' demiş bilge insan. Musluk demiş ki: ''Üstat, şehir şebekesinden gelen su aynı borulardan aynı eve geliyor ama sadece evin girişinde bir bölümü buraya bir bölümü mutfağa gidiyor. Neden herkes aynı suyu mutfaktan içtiği halde neden gelip tuvaletten su içmiyor? Ben mutfaktaki musluk kadar temiz ve onun kadar içilmeye layık bir musluk değil miyim?'' Bilge insan biraz düşünmüş taşınmış sonra cevap vermiş: ''Dostum sen en az mutfaktaki musluk kadar içilmeye layık ve onun kadar temizsin. Fakat senin çevren bozuk!
Bu çok sevdiğim bir hikâyedir. Düşünebiliyor musunuz? Mutfaktaki muslukla aynı görevi yapıyor aynı hizmeti veriyor ama farklı bir tepki görebiliyor. İkisi de insanlara hizmet veriyor ve temiz işler yapıyor. İnsanlar da böyledir. Ortamları farklı iki iyi insan farklı muamele görebilirler. İnsanlar yaşadığı bölge ile ve arkadaşları ile değerlendirilirler. Örneğin. Bir öğrencinin nasıl biri olduğunu anlamak için onun arkadaşlarına bakarız. Kimlerle uyum sağlayabiliyor, kimlerle geziyor. Derslerine çalışmayan, okula ve hayata karşı kayıtsız kişilerle arkadaş olmuşsa o zaman onu da aynı şekilde değerlendiririz. Ya da kirli işler yapan haksız kazanç sağlayan birinin yanında çalışan dürüst bir insana bakış açımız nasıl olur? Altın çamura düşmekle tabii ki değerinden bir şey kaybetmez. Fakat kimse de çöplükte yetişen bir gülü alıp arkadaşına vermez sanırım.
Çocuklarımızın katıldığı arkadaş çevresi çok önemlidir. Çünkü onların düşünceleri beraber oldukları arkadaşların aritmetik ortalamasıdır. Onlar bir yönüyle çevrelerinden etkilenirken diğer yönden de çevrelerini etkilerler. Çocuklarımızı çevrelerinden bir şeyler öğrenirken bir taraftan da çevrelerine bir şeyler öğretirler. Bu noktada ''Benim çocuğum arkadaşlarına uydu, da bozuldu.'' demek son derece yanlış bir düşüncedir.
Şehirde baba olmak köy ve taşra yerlerinde baba olmaktan daha büyük sorumluluklar getiriyor. Küçük yerlerde insanlar birbirlerini tanıdıkları için ve çok fazla hareket olmadığı için büyük problemler çıkmayabilir. Ama büyük şehirlerde durum farklıdır. Her an her şey olabilir. Olgun insanlar olarak bizler bile günümüz dünyasında ''bir saatte'' ömür boyu telafi edilemeyecek hatalar yapabiliyoruz. Hele bir de gençlerin bir anda kızgınlıkla yapabileceklerini düşününce işin boyutları değişiyor. Bilinçli veliler çocuklarının her dakika nerede olduğunu ve ne yaptığını bilmek zorundadırlar. İş işten geçtikten sonra bilmenin pek bir anlamı kalmayacaktır. Gençlerle iletişimi koparmak, onlara karşı ilgisiz davranmak ve sorumluluklarımızı yeterince yerine getirmemek bizleri sonucunu hesap edemeyeceğimiz sıkıntılara sokabilir. Bizler çocuklarımızın kimlerle, nerede ne yaptığını bilmek zorundayız.