İki belediye iftarı ve düşündürdükleri...
Ramazan ayı içerisinde birçok iftar davetine gittik. Allah davet verenlerden razı olsun, herkesin tuttuğu oruçları kabul etsin. Bu davetler içinde kurumsal davetler de vardı doğal olarak ve ikisi İstanbul'un ilçe belediyelerinin düzenlediği organizasyonlardı. İkisi de AK Partili olan belediyelerin hangileri olduğunu açıklamayacağım, zaten işin biraz içinde olanlar derhal anlayacaklardır.
Bir tanesi mahalle iftarıydı ve her şey güzeldi. Mahalle sakinleri muntazaman dizilmiş masalarda yerlerini aldılar, iftara yakın bir saatte belediye başkanı ve parti ilçe başkanı mikrofona gelip kısa bir konuşma yaptılar. Belediye başkanı fazla siyasi meselelere girmeden mahallenin sorunlarından ve çözüm çabalarından bahsetti, mahalleye bir de yollarla ilgili bir müjde vererek konuşmasını bitirdi. İlçe başkanı doğal olarak biraz genel siyasete girdi, fakat bize göre o da siyasi yelpaze açısından kozmopolit bir bölge olan mahalle sakinlerini rahatsız etmeyecek mahiyetteydi. İftar organizasyonu hoş ve sevimli aktivitelerle yemekten sonra da devam etti gitti.
Diğer iftar bir tekneyle Boğaz'da yapıldı. Allah'ın gücüne gitmesin, önümüze kağıt bardaklar içinde çorba kondu, sonra birer kaşık yemek ve aynı miktarda bulgur pilavı. İçelim diye verilen su o kadar sıcaktı ki, hayatında bir kere bile ılık suyla banyo yapmamış bir insan o suyla rahatlıkla duş alabilirdi. Sonra üst güverteye çıkıp güya etkinlikleri izlemeye çalıştık. Ben ve ailem (ve daha pek çok kişi) oturma yeri kalmadığı için yine alt katlara döndü. Boğaz'ın güzelliklerini seyrede seyrede güzel bir Ramazan gecesi (!) geçirdik. İftar öncesi tekne kaptanının ''Oraya oturmayın! Buraya geçmeyin! Ne işiniz var orada, başka yer bulamadınız mı!?'' diye çıkışmalarını da unutmayalım. O da misafirlere ev sahiplerinin verdiği değerin, layık gördüğü muamelenin farkındaydı tabii.
Çoluk çocuk Boğaz'ın tadını çıkarırken ben gazeteci sıfatımla yine mecburen yukarı çıktım. İftarı veren belediyenin başkanı ile ilçe başkanı geldiler ve canlı yayınlanan programı AK Parti mitingine çevirdiler. Kurulduğundan beri aynı partiye oy veren biri olarak ben bile rahatsız olmadım diyemem.
Biz dahil kimse beş yıldızlı iftar beklemiyordu, nitekim yukarıda sözünü ettiğim mahalle iftarında da önümüze kuş sütü kuru üzüm konmadı. Fakat insanları tıkış tıkış bir motora bindirip, sauna gibi salonda iftar ettirmek, sonra da eğlendireceğim diye siyasi propaganda yapmak neyin nesidir? Boğaz'da iftar açmak... 16 saattir aç olan insanın çok mu umurundaydı acaba Boğaz'dır, kulaktır, burundur...
Bu gibi rahatsızlıklar ''yukarılardan'' fark edilemeyebilir. Fark edilemez ama seçim(ler)de pahalıya patlayabilir. 2007 seçimlerinde ortaya çıkan ve Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu'nun tespit ettiği bir gerçek unutulmamalı: Halk öncelikle (ve bazen sadece) küçük hikâyelere oy verir. Biz bunu ''küçük ayrıntılara çok dikkat eder ve önem verir'' diye genişletelim. Ve ''dost acı söyler'' diyerek sözümüzü bitirelim. AK Parti camiasında acı söyleyen dostun pek de sempatiyle karşılanmadığına bizzat canımız sıkılarak şahit olduğumuz vaki ise de...