Şimdi bu değerli akademisyenimiz, birkaç gün önce bir koalisyon güzellemesi yaptı ve şöyle dedi. ''10 huzurlu ülkenin sekizinde koalisyon var'' Altına da bu huzurlu ülkeleri saymış.
Bu ''huzurlu ve koalisyonlu'' ülkelere bir bakalım. 1-İzlanda, 2-Danimarka 3-Avusturya 5-İsviçre 6-Finlandiya 7-İzlanda 8-Danimarka, 9-Avusturya.
Garipliği fark etmişsinizdir tabii. Sekiz ülke demiş ama dokuz ülke saymış, bunların da üç tanesi mükerrer. Fakat bu değerli bilim insanımızın saçmalama konusunda sınırsız bir kredisi olduğu için biz de sesimizi çıkarmıyoruz. Neyse geçelim ve bu ülkelerin genel karakteristiğine bakalım. İlk söyleyeceğimiz şudur: Bu ülkeler koalisyonla yönetildikleri için huzurlu değiller, huzurlu oldukları için koalisyonla yönetiliyorlar. Bir tane Akdeniz havzası ülkesi var mı orada? Yok. Üstelik hepsi en fazla bizim Konya kadar ülkeler, çok sevdiğimiz benzetmeyle. Geçen hafta söylediğimiz gibi, bırakın koalisyonu hükümet bile olmasa kimse farkında olmaz belki de oralarda. Yani bu ülkeleri bize emsal göstermek, elmayla armudu toplamaktan bile daha abesle iştigal demek?
Amacımız kimseyi ağaçkakan gibi gagalamak değil, koalisyon konusu enine boyuna tartışılması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir konu, biz de âcizane katkıda bulunmak istiyoruz.
Geçmiş yazılarımızda demiştik ki, koalisyon bizim gibi parçalı ve parçaları arasında derin uçurumlar olan toplumlara göre değil. Bunu da zil takıp oynayarak söylemiyoruz. Bir arada yaşamak istiyorsak, bir arada yaşamanın asgari şartlarını da öğrenip uygulamak zorundayız. Koalisyon da seçim sonuçlarına göre bu şartlardan biri olabiliyor. Seçmen her seçimde bir partiye tek başına iktidar imkânı vermiyor, o zaman da mecburen koalisyona gidilmek zorunda kalınıyor. Şükürler olsun ki 7 Haziran gecesi seçimin galibi (?) olan partilerin etraflarına kalın duvarlar gibi çektiği kırmızı çizgiler, gün geçtikçe inceliyor ve pembeleşiyor. Şimdi ''kim kiminle koalisyon kuracak?'' diye kafa yoruyor herkes. Siz bakmayın tarafların birbirleri hakkında atıp tutmalarına. Türkiye'nin kendi başına bırakılmadığını ve ''dışarıdan'' uzanan ellerin her daim iş başında olduğunu biliyorlar ve şaşırtmaca yapmaya çalışıyorlar onlar.
1991 seçimlerinde Demirel'in başkanı olduğu DYP yüzde 27 ile birinci parti olmuş ve yüzde 17 ile üçüncü sırada yer almış olan RP ile koalisyona meyledince Batı ülkeleri ayaklanmış, başta medya organları vasıtasıyla ''Türkiye'de gerici güçlerin iktidara gelmesinin münasip olmayacağı'' uyarısı yapılmıştı. Öyle olunca da mecburen DYP-SHP koalisyonu kurulmuştu.
MHP ile HDP'nin asla bir araya gel(e)meyeceği varsayılarak (ki bu da ihtimal dışı bir alternatif değildir, yukarıda yazdığımız şaşırtmaca hesabına göre) AK Parti'nin ya CHP ile ya da MHP ile koalisyon kuracağı ihtimalleri ağırlık kazanıyor. Ne olacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Hiç olmadı, yeni bir seçime gidilecek mecburi istikamet.
''Bizde koalisyon zor'' dedik. O halde ne yapmak lazım? Aslında demokrasi içinde bir çözüm var ve birçok ülkede uygulanıyor. O da iki turlu seçim. Nedense bu hengâmede hiç bahsi geçmiyor. Hayatın ve siyasetin doğal akışı içinde koalisyon olmuyorsa seçim sistemi zoruyla olur, o da iki turlu seçim sistemiyle. Bilindiği gibi ilk turda hiçbir parti çoğunluğu sağlayamazsa ikinci tura sadece ilk iki sırayı alan partiler giriyor, iki partiden biri tek başına iktidar oluyor. Biraz dayatmayla da olsa seçmen sandıkta koalisyona yönlendiriliyor yani.
Bu sistem bizim bazı romantik isyankârlarımıza pek sempatik gelmeyebilir. Hele Türkiye'nin genel eğilimi münasebetiyle hep sağ partilerin iktidara gelecek olması onları hepten zıvanadan çıkaracaktır -ki söz konusu sistemin gündeme bile gelmemesinin en başta gelen sebebi bence budur-, amma ve lakin ne yaparsınız ki her ülkenin kendi gerçekleri vardır ve siyaset gerçekler üzerinden yürür. Bir ucundan bir ucuna iki saatte geçtiğiniz ülkeleri aynı günde dört mevsimin görüldüğü, birbirinden haberi bile olmayan kitlelerin yaşadığı koca ülkelere benzeterek değil.