18 AĞUSTOS 2016
HUKUK DEVLETİ MANİFESTOSU
DELİ DELİ KULAKLARI KÜPELİ: ŞÜPHELİ
Cumhurbaşkanımız El-Cezire televizyonunda katıldığı programda konuşması arasında ''sıfırdan devlet kuracağız'' dedi. Bu açıkça Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tamamen sıfırlandığının yine T.C.'nin Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan kişi tarafından ilan edilmesiydi.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti: Demokratik, Laik, Sosyal Bir Hukuk Devletiydi ve Bütün Kurumları görevleri başındaydı ve bu devletin bütün kurumlarında görevli, sorumlu ve yetkililer, görev, yetki ve sorumluluklarını yine bu devletin Anayasası, Anayasaya uygun Kanunları ve kurallarından almaktaydı.
Yetkisini, sorumluluğunu ve görevlerini Anayasadan, Yasalardan almayan hiç bir yetkili Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hiçbir kurumunda bulunamaz ve Devletin Makamlarını kendi kişisel istek ve arzularına göre yönetemez. Anayasa, Kanunlar ve kurallar bu devletin en üst kurumunu da bağlar, en sade vatandaşını da.
Cumhurbaşkanlığı makamı, Devlete yani, ''Devletin Gerçek Sahibi olan Millete'' ait bir makamdır ve bu makamda göreve getirilen kişiler, meşruiyetini milletten alan yasalara ve göre yetki ve sorumluluklarını yerine getirmek zorundadırlar.
Yani Anayasal Hak ve Yetkiler uyulması gereken kanunlar ve kurallar en sade vatandaşından Cumhurbaşkanına kadar herkes için, eşit ve bağlayıcı oluyorsa o zaman ortada bir devletin varlığından yani Hukuk Devleti'nden söz edilebilir.
Anayasa, yasalar, ve kurallar eğer sadece vatandaş için var, amma sıra Cumhurbaşkanı'na gelince o zaman Anayasa, Yasa ve Kurallara gerek yoktur, Cumhurbaşkanları Anayasaya uymak zorunda değildir, yasalara ve kurallara göre hareket etmek zorunda değildir derseniz işte o zaman ortada Anayasal bir devletin varlığından, Hukukun Üstünlüğünden, Yasalara göre dağıtılacak Adaletten, Bağımsız Yargı'dan ve tarafsız soruşturmalardan bahsedemezsiniz.
Eğer Anayasa ve yasalar herkese ama herkese, Cumhurbaşkanından, en sade vatandaşa eşit bir şekilde uygulanamıyorsa o zaman bu yapı içerisinde yargılamalar, suç tespitine yönelik soruşturmalara, hürriyeti sınırlamalara gerek kalmamıştır. Zaten de uygulanamaz, çünkü o zaman Adalet dağıtacak olan Hukuk ve yasalar sadece yazıldıkları yerde kalıp, sadece bir kısım insanlara ve birilerinin keyfine göre uygulanabilen bir araç olmaktan öte gidemez.
O zaman herkes şüpheli, hatta sanık, hatta suçlu durumundadır ve kimse kendisini müdafaa etme durumunda kalamaz. Sadece Gücü elinde bulunduran ve elindeki güç ile Anayasal, yasal ve hukuki olmayan, bir şekilde istediğini güçsüz duruma düşürüp, istediklerini istediği gibi yargılayıp, dilediği hükmü verdirdiği bir adalet sistemini sanki Hukuk kurallarıymış gibi gösterir ki; bu durum yarın bir gün istemedikleri, aleyhine kullandığı bu hukuksuzluğun bu sefer kendileri aleyhine de kullanılmasına engel olamaz.
Cumhurbaşkanımız da, Anayasaya ve Yasalara sonuna kadar uymak mecburiyetindedir. Çünkü Cumhurbaşkanlığı makamı, Cumhurbaşkanının şahsına ait bir makam değildir ve Cumhurbaşkanı ne bulunduğu makamın ne de bu Devletin yegane, tek sahibi değildir. Devleti kendi istek ve arzularına göre kullanma yetkisine de sahip değildir.
Ancak bugünlerde böyle olduğu da aşikardır. Bu durumda Cumhurbaşkanımızın açıklıkla ifade ettiği gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Anayasasının ve Yasalarının tamamen sıfırlandığı göstermektedir.
Madem Anayasal Devlet ve Yasalar bilhassa Cumhurbaşkanlığı için tamamen sıfırlanıp yok sayılabiliyorsa, o zaman şu anda görülen bütün davalar, soruşturmalar, kovuşturmalar, gözaltılar ve tutuklanmalar ile verilen mahkumiyetlere derhal son verilmelidir ve insanların hürriyetleri kısıtlanmamalı ve insanlar mağdur edilmemelidirler.
Ta ki; Cumhurbaşkanımızın söylediği sıfırdan kurulacak bir devletin kuralları ve yasaları ne olacaksa ve bu yasalara göre kimlerin yetkili, sorumlu ve eşit olacakları kanunlara göre ifade edilmelidir. Kimin hangi suçlara göre yargılanacağı ve adaletin hangi hukuk içerisinde hüküm vereceği, Savcılar, Hakimler ve Savunma hakkı ile ortaya çıkartılması gerekir.
Eğer mevcut Anayasa ve Yasalara göre Millete Karşı Sorumlu Bulunduğu Kurum Olan Cumhurbaşkanlığı makamında, sorumlulukları ve yetkileri belirlenmiş Cumhurbaşkanının -eğer varsa Anayasa ve Yasalara göre sorumsuzca, keyfi ve devletin tek sahibiymiş gibi- yargılanmasını gerektiren bir durumu var da eğer yargılanamıyorsa o zaman hiçbir suçtan hiçbir kimse yargılanamaz.
Anayasa, Yasalar ve Hukuk herkese eşit bir şekilde uygulanamıyorsa o zaman herhangi bir suçlamayla Adalet Sistemimiz, Savcılarımız, Hakimlerimiz Hukuk adı altında bir yargılama hakkına sahip olamazlar.
O zaman Cumhurbaşkanlığına hakaretten, Devlete hakaretten, Halkın kin ve nefret duygularını kışkırtmaktan ve dahi diğer ileri sürülen sübjektif birçok suçtan insanları yargılamak Adaletin ve Yargının Hukuk içerisinde olduğunu göstermekten çok bir kısım insanların Devletin sahibi olduğunu kabul ile Devletin sahibi olduklarını iddia edenlerin görüş, düşünce, istek ve arzularına göre ortaya çıkmış olur ki; bu da Hukuk Devletinin olmadığını gösterir.
Bütün anlatılanlarla birlikte bahusus toplumlar; yöneticileri de dahil olmak üzere hiçbir kimseye ayırım gözetmeden adaleti uygulamaya sevk etmez ve sessiz kalır ise, cezaları fakir ve güçsüzlere uygular zengine ve güçlülere uygulamaz ise toptan helak olmaya taliptirler.
Peygamberimiz döneminde, Mahzumoğulları kabilesine mensup soylu bir kadın hırsızlık yapmış ve suçu sabit olmuş, elinin kesilmesine karar verilmişti. Kadının kabilesinden olan bazı kişiler, kadının elinin kesilmemesi için Peygamberimize müracaat etmeye karar verirler.
Ancak doğrudan ona bir şey söylemeye cesaret edemedikleri için, Peygamberimizin çok sevdiği, oğlu gibi gördüğü Zeyd B. Sabit'in oğlu Üsame'yi araya koyarlar. Sevgilinin sevgilisi ünvanına sahip olan Hz. Üsame, durumu peygamberimize arz eder. Olay karşısında Peygamberimizin tavrı çok sert ve nettir:
Sen kötülükleri önlemek üzere Allah'ın koymuş olduğu cezalardan bir cezanın affı hakkında mı benimle konuşuyorsun?!
Sizden önceki insanları helak eden, ancak, onların içlerinden şerefli ve soylu birisi hırsızlık ettiği zaman onu cezasız bırakmaları, içlerinden fakir ve zayıf biri hırsızlık edince de onun hakkında ceza uygulamaları idi.
Vallahi, hırsızlığı sabit olan Mahzum kabilesinden Fatıma değil, kızım Fatıma bile olsa, ayrım yapmaz ve cezasını verirdim!
Sonra da emretti, o kadının eli kesildi. Bunun üzerine, kadın güzelce tevbe etti ve evlendi de. (M. Asım Köksal, İslam Tarihi, VI/477-478)
Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür. (Nisa Suresi 58. Ayet Meali)
Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.(Nisa Suresi 135. Ayet Meali)
De ki: ''Hak geldi, batıl zail oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkumdur.'' (İsra Suresi, 81.Ayet Meali)
